“Mekânsızlık
cevheri bende, ben bu âleme sığmam” der Seyyid Nesimi…
Şu
koca cihana sığamadığım zamanlarımın dergâhıydı Talat Duru.
Az ve
öz konuşurdu. “Çok laf ilerlemez” sözünü ilk kez O’ndan duymuştum. Sakin ve
biraz da bu âleme sığmayan bir tavrı vardı ki, ben o tavrına hep hayran
oldum. Ve ben ne zaman o dergâhın
kapısından içeri girsem; düğmesi iliklenmiş bir ceketin hayatımdaki duruşunu,
yerini ve boşluğunu asla unutmayacağım.
Omzum ne zaman yük çekmez olsa,
soluğu yanında alırdım.
“Hoş geldin Yasemen” diye
karşılardı. Çok hoş bulurdum. İlk adımda şifa bulur, yasemen olurdum.
Dışarıdaki kaba hayata inat bir
zaman tünelinin içinden geçip giderdim. Sesi kulağımdan hiç gitmez mesela, tane
tane ve kelimeleri yerli yerinde kullanmaya özen gösterirdi. Anlattıkları bazen
bir şehir kadar kalabalık, bazen o şehir de bir yapayalnızlıktı…
“Dergâhımdı”
Edep, nezaket, musiki, şiir,
insanlığa hizmet, güzel davranışın emsali, cebinde taşıdığı ütülü beyaz
mendili…
Gönlüm şad olurdu karşısında. Gönlüm say eder dururdu anlattıklarına ve
tavrına…
Radyoda bir Müzeyyen şarkısı hala
kulaklarımda:
“Akşam olunca yarelerim sızlar”
Bu yareler, bereler senden sonra
iyileşmekte zorlandı derviş gönüllü bilgem. Bunca kargaşa içinde vakarını çok
özlüyorum.
Değişen bir şey yok buralarda…
Hala “laf çok ilerleyen yok”
Bir
mekânsızlık yaşıyorum senden sonra…
Artık
kimselerin kapısında “edep ya hu” yazmaz
oldu.
Vuslatının
3.yılında anısına bir eşik özlemle.