Sünnet deyince nedense hemen aklımıza birçok anlama gelen, islam öncesinde ve sonrasında arap dilinde kullanılmış bulunan, “سنة الله sünnetullah, سنة الرسل sünnetürrusül ve سنن الذين من قبلكم sünenellezine min kabliküm” şeklinde Allaha, peygamberlere ve insanlara izafesi caiz olan sünnet سنة kelimesi gelmektedir. Oysa bizim mevzu ettiğimiz sünnet, arap dilinde elif lam takısı alarak (Es-Sünnetü السنة) şeklinde söylenen Rasülüllah (sav) in sünnetidir.
“Rasülüllahın sünneti” denilince de, hemen hepimizin bildiği “Peygamberimizin 1- kavli (sözü ile söylemesi,) 2-fili, (yaparak göstermesi) 3-takriri. (kendisi ne söylüyor nede yapıyor, ancak ashaptan birinin yapmasını kabul ediyor) şeklinde kurallaşan sünnet akla geliyor. Acaba işin gerçeği böyle midir? Ashab Sünnet deyince ne anlarardı, selefimiz ne anlardı, onlara göre sünnet ne idi?.
İmam Şafi (ra) Er-Risale isimli eserini hem tefsir usulüne, hem fıkıh usulüne hem de hadis usulüne uygun olan bir tarzda yazınca şöhreti bilhassa hadis ehli arasında çok geniş olarak yayılmış, ve bunun doğal sonucu olarak ta Hadis ilmi okuyanlar okumaya İmam Şafii’nin Er-Risale adındaki kitabını okuyarak ilim öğrenmeye başladıkları için Şafiliğinn hadisçiler arasında daha fazla şöhret bulmasına sebep olmuştur. Hanefilik hadinher türüne önem vermemiş, daha fazla sünnet üzerine yoğunlaşmış ve bu babda verilebilecek en güzel eserleri verdiler bu yüzden Hanefi mezhebinde Tahavi’den sonra pek hadisçi gelmemiştir
Üçüncü hicri asrın sonlarında imam Ebul Hasen El-Eşari mutezililikten vazgeçip sünniliği seçmesi ve amelde de Şafili olması, Şafii mezhebinin hadisçiler arasındaki durumunu iyice kuvvetlendirdi. İmam Şafii’ye göre hadis sahih olunca o hüccet kabul edilir ve bu hadis ile amel etmek gerekli oluyor. Bu görüş Türkiyede de 1980 li yılların ortasına doğru ortaya çıkmış, ve ilahiyat fakültelerinin iki binli yıllarda çoğalıp ta yerli hadisçileri yetiştirince ister istemez aynı eğilimin takipçileri bu yeni hadisçiler arasında bir hayli yaygın hale geldi.
Ondan sonra gelenler şimdilik birtakım meselelerde isabetsiz şeyler ortaya atsalarda geçen günler bu acelelikten ve acemilikten kaynaklanan yanlışları düzeltecektir kanaatindeyim. İlahiyat fakültelerinin en bariz ihtiyacı bence kuran tefsiri, hadis ve fıkıh okumaktır. Bunlar okunmadan başlanılan tez ve doktora çalışması akademisyenlere büyük bir zorluk yüklemektedir. En azından dini ilimlere dair ciddi metenler okutulmalı, onuyla ilgili terimler yeter derecede öğrenilmeli ki bunun üzerine yapılacak tez mükemmel olsun.
Usulcüler ألوصول بالأصول Neticeye ulaşmak usul ile olur, derler ki doğrudur. hiçbir şey usulsüz olmaz. her yolun bir usulü/metodolojisi vardır. Metodoleji yanlış olursa onda doğru beklenmez. Usule ait bir kaideyi yanlış olarak öğrenen insanın diğer yanlışlarını düzeltmek nerede ise imkansızdır. Ne kadar düzeltmek isteseniz de muhatabınız daki yanlışlara sebep olan ilk metodoloji yanlışlığına inandırmadan asla diğerlerini düzeltemezsiniz. Hele bu yanlışlık usul ilminin bizzat kendisinden kaynaklanıyorsa. Bu tür hatalar büyük alimlerin de kendini kurtaramadığı en zor meselelerdir. Kanaatimce ülkemizde medreseli mektepli geniş bir topluluk hanefi olmalarına rağmen hadisi yorumlarken bahsettiğim yanlışa düşebilmekteler.
Bu hata şuradan kaynaklanmaktadır: İmam Ebu Hanife şöyle der: Ben bir müşkülüm olursa Allahın kitabına bakarım, şayet onda bulamaz isem o zaman peygamber efendimizin sünnetine bakarı. Onda da bulamaz isem Peygamberin ashabının dediklerine bakaram. Eğer sorun onlardan sonrakilere gelmiş ise o zaman onlar nasıl içtihat etmişlerse bende içtihat ederim. Onlar da bu dinin ricali bende ricaliyim. (1-) İmam Şafii de buna benzer biçimde “ben müşkülümü önce kurandan ararım, yoksa hadislerde ararım yoksa ashabın kavillerinde ararım”(2) demektedir. Bu iki müctehidin iki görüşü birbirine çok yakın gibi dursa da ikinci meselede büyük bir ayrılık vardır. İmam Ebu Hanife ben sünnetten alırım derken imam Şafii, ben hadisten alırım, demektedir.
İki imamın da sözeri birbirine çok benzese de mühim bir ayrılık söz konusudur. Çünkü her sünnet bir hadise dayanır, fakat her hadis sünnet değildir. Her hadisi sünnet sayarsak o zaman sünnetin sayısı öyle çoğalır ki onları tatbik etmek imkansızlaşır. Öyle olunca da çoğalan sünneti terk etmek mecburiyetinde kalırız. Bugün hacca gidenlerin çoğu “,yahu bunlar nasıl müslüman, hiç sünnet kılmıyorlar” tarzı serzenişte bulundukları insanların her şeyi, hatta devenin sidiğini içmeyi bile sünnet saydıklarından namazın sünnetine gelince onu kılmadıklarına şaşıp kalıyor.
Hocanın birisi günlük yapılması gereken sünnetler dair bir kitap yazdı ve bir tanesi de elime geçti. bir bölümünü sabırla okuyup, tek tek saydım. O gün akşama kadar yapılacak sünnetleri yazmıştı. Şimdi kaç sünnet olduğunu şimdi hatırlamıyorum ama hemesat önüm koyup her sünnet dediğinin yapılabileceğine göre tahmini bir zaman verdim. Öğle zamanına kadar yapılacak sünnetlerin saatlarını topladım. Ne kadar bir zaman tuttu dersiniz , evet tam altı günde ancak bitiyordu, o da günde sekiz saatten. şimdi ne yapacağız sevgil kardeşler, yapamam derseniz size Efendimizin hadislerini okuyacaklar, bu sünnetleri yapmaya kalksanız farzlara bile vaktiniz yetmiyor.