Ortadoğu Teknik Üniversitesinden mezun bir Profesörümüzü, bayram münasebetiyle evimde dinlemiştim:
“Ben su üzerine dersler veririm. Suyun kanunlarını akımını, yukarıya çıkarmanın yollarını, barajları, baskıları, baskınları hesaplar yaptırarak anlatırım.
Sağcı öğrencilerle solcu öğrencilerin silahlı çatışmalarının zirvede olduğu günlerde dersi verirken öğrencilere:
“Bu kanunu suya Arşimet mi koymuş” diye sordum.
“Hayır. Arşimet’ten önce de su kaldırmaya devam ediyordu. Denizlerde gemiler yüzüyordu” dediler.
Öyle ise bu kanunu kim koydu?” dedim, sağcısı ve solcusu toplu halde “Allah” dediler” diye anlatmıştı.
Şimdi bütün derslerde öğretmenler, öğrettikleri şeyin sahibini, yaratıcısını, yöneticisini neden söylemezler?
Kaçak güreşen öğretmen, öğretim görevlisi, öğretim üyesi kişiler “Programda yok” diyebilirler.
Programda derse gelmemek de yok. Hasta değilken hasta raporu almak da yok. Öğretim üyelerine birkaç ay derse gelmediği halde maaşını bankadan alması da programda yok.
Konya İmam-Hatip okulunda öğretmenlik yapan Hacı Veyiszade Mustafa efendi mazereti olduğu için bir gün gelemediğinde öğrencilerine: “Dünkü ilim sütünüzü veremediğim için hakkınızı helal edin” dediği anlatılır.
Dersinin bir dakikasını boşa geçirmekten korkan hocalar gördük.
Hiç değilse aldığımız parayı helal ettirmeye çalışalım.
Doktora tezlerinde bir cümleyi başkasından almışsa, o cümlenin sahibinin adını, yayınlanan kaynağı yazmak zorunda olan öğreticilerimiz, maden anlatırken, deniz bilgisi verirken, uzay okuturken, coğrafya dersini yaparken güneşin, ayın, denizin, dünyanın, dağın, derenin, suyun, daldan düşen elmanın, sesin yaratıcısını, tabiat kanunlarını koyucusunun adını söylemekten kaçınmanın adına ne derler siz söyleyin. Geçen geçmiştir.
Bu güne ve yarına bakalım.
Milli Eğitim Bakanlığı her dersin durumuna göre bilimsel davranılması gerektiğini, kelimeleri az, manası büyük iki kelimelik bir cümlenin bile söyleyeninin adının 1400 yıldan beri İslami eserlerde yazıldığı, yüz yıldır da batılı bilimsel eserlerde uygulandığı gibi asıl yaratan, yaşatan ve yöneten Rabbimizin de her bilim dalında hatırlatılmasını sağlamalıdır.
Öğretmenlerimiz de, Bakanlık bunu kanun veya yönetmelik haline getirinceye kadar, hemen bu günden itibaren başlamalıdırlar.
Müzik dersini anlatan öğretmenimiz, insan gırtlağını ve insan hançeresinin çıkardığı, bülbülleri kıskandıracak sesleri ve 8 milyar sesin birbirinden ayrı oluşunu, bir dağ yamacında, çitlembik ağacının üstünde öten bülbüle, o nağmeleri öğretenin adını hatırlatmalıdır.
Kur’an, Hadis, Fıkıh, Siyer, Ahlak dersleri verenler de, Allah celle celalühün tabiat kanunlarını yarattığı gibi Şeriat kanunlarını da indirdiğini, tabiat kanunlarına uyduğumuz oranda hastalıklardan korunduğumuz gibi, Rabbin kanunlarına uyduğumuz oranda yolsuzlukçu, hırsız, soyguncu, gaspçı, tecavüzcü, terörist, katil….sayısında azalma olacaktır.
Delili, Harem mıntıkasında oturduğu halde haramileşen Mekkeliler, kendilerine rahmet olacak peygamberi bile öldürmeye teşebbüs ederlerken, onları dünyanın en medeni insanları haile getirmesidir.
İslam’ın sadece adıyla hayatımızı tatlandırdığımız bu çağda bile, insanlığın en merhametlileri olduğumuzu,
Dünyaya uzattığımız yardım ellerimizle,
Batının tamamının aldığı mülteci sayısının on katı mülteciye kucak açmakla dünya siyasilerine ve insanlığın geleceği üzerine kafa yoran araştırma merkezlerine ispat etmiş durumdayız.
Ya İslam’ın kendisi hayatımıza hava gibi yayılırsa…