Afgan cihadında binlerce delikanlımız, oradaki Müslümanlara yardıma gitmişlerdi.
Dönüşlerinde anlattıklarından bir ikisini hatırladım:
1-“Rus tankı üzerimize doğru atış yaparak geliyor. Elimizdeki mavzer türü silahlar, tanka işlemiyor.
Yapacak bir şeyimiz kalmadı.”
Okuyucu olarak burada dur ve sen olsaydın ne düşünebilirdin.
Nasıl bir çıkış yolu bulurdun?
Veya televizyondaki tartışmacılarımıza, “Çıkış yolu ne olabilir?” diye sorulsa ne söyleyebilirlerdi?
Yangın çıkan gemide batmak üzere olan geminin kaptanı, “Yangın söndürme cihazını getirin, ip getirin, kova getirin” derken yangın her tarafı sarınca çalışanlar, “Ne getirelim kaptan” demişler, Kaptan da, “Salâvat getirin” demiş.
Bizim uzmanlarımızdan bazıları hâlâ saf saf, İsrail’den insaf bekliyorlar.
Necip Fazıl Kısakürek merhum,
“Yahudiler mi dediniz?
Onlar, yumurtalarını pişirmek için dünyayı ateşe vermekten çekinmeyen lanetlilerdir” demiş.
Afganistan’da çaresiz kalan bir mücahit anlatmaya devam ediyor.
“Bir Afgan çocuğu sürünerek tanka yaklaştı, yerden küçük eliyle büyük bir çamur aldı ve tankın o küçük penceresine çamuru attı.
Tank sağa sola yalpalamaya başladı.
İçindeki asker, üstteki kapağı açtı ve camını eliyle temizlemek isterken beynini kurşun dağıttı ve biz tankı teslim alıp karşı tarafa kullandık.”
2-“Cephedeyiz. Karargâhla aramız açıldı. Yiyecekler bitti. Takviye gelemiyor. Açlık, bizi hareket edemez hale getirdiği anda, havadan üzerimize bol miktarda yiyecek maddesi paraşütle indi.
Sonradan öğreniyoruz; Rus uçağı kendi birliğine yiyecek maddesi atmış. Onun attığı anda rüzgâr yön değiştirmiş ve paraşüt bizim tarafa inmiş.”
Buna benzer birçok olaylar anlatılmıştı.
İşgalci İsrail, bunları bilir.
Nereden bilir, 1948’den beri -daha öncesi de var- Amerika, İngiltere, Avrupa devletleri işgalcilere destek verdiği halde bu güne kadar mağlup edilememeleri akılla, mantıkla, öğretilen harp taktikleri ile açıklanamayacağını bilir.
Onun için rüzgârın onlara göre esmesini beklemeye başladı.
Ama aklından çıkmasın ki, rüzgâr onların istediği yönden esmeye başladığından beş dakika sonra, karşılarından da esebildiğini hatırlarından çıkarmasınlar.
Alimallah, duman altı olursunuz.
Ne olduğunu biliyoruz da ne olacağını bilemiyoruz.
Denizden gemiler, karadan tanklar, havadan savaş uçakları Müslümanların üzerine ateş yağdırırken, televizyonlarda profesörlerimiz, işin İsrail’in insafına kaldığını dile getirirken Allah’tan emekli generallerimizin harp okullarında her şeyi öğrendikten sonra “Olabilirlik/İhtimaller” üzerinde de eğitim aldıklarından, İsrail’in önündeki zorlukları o ihtimaller üzerinden daha işin bitmediği kanaatini veriyorlar.
Nuh aleyhisselamın karada yaptığı gemisine gökten ve yerden su vererek yüzdürdüğünü,
Kâfirler ve zalimlerin ateşinin, İbrahim aleyhisselamı yakmadığını,
Musa aleyhisselamı denizin yutmadığını ama Firavun’a deniz içinde cehennem ateşinin tadını tattırdığını,
Yunus aleyhisselamı balığın karnında koruduğunu,
Lut aleyhisselama iman etmeyen o ahlâksızlar üzerine, gökten taş yağdırdığını,
Medine’de Muhammed aleyhisselama ihanet eden Yahudilerin gönüllerine Allah’ın korku salınca Yahudilerin teslim olduğunu… Kur’an-ı Kerim’den okuyanların umudu hiçbir zaman tükenmez.
Anladık ama bu gün nasıl olacak?
Onu Allah bilir.
Dünyaya gelen çocuğun annesinde bir damla süt yokken, o çocuk, sekiz milyar insan arasında yiyeceksiz bir durumda iken, Allah celle celalüh, o ananın göğsünden cennetteki süt ırmağı gibi, sütü çocuğun ağzına akıtıveriyor.
Allah celle celalüh, ten ve canıyla, kalp ve kalıbıyla, yeryüzünde tek başına da olsa Hakk’ın yolunda, Hakk’ın gösterdiği şekilde yürüyenlerden hiçbirini yalnız bırakmamıştır.
Calud/Colyad üzerine Davut aleyhisselamı, Firavun ve Karun üzerine Musa ve Harun aleyhisselamları gönderdiği gibi ya mücahit Müslümanlar ordusunu göndermiş veya bu zalimlerin hakkından gelebilecek bir başka zalimi göndererek önceki zalimin işini bitirmiş.
Bu konuda İsra süresinin beşinci ayetinin tefsirini “Şifa Tefsiri”nden bir okuyuverin.
Hitler’e gelinceye kadar uğradıkları katliamların hepsini kendileri gibi kâfir ve zalimlerden görmüşler.
Miladi 610 yılından bu güne kadar da gördükleri her katliamda tek sığınma yeri olarak Müslüman kucağını görmüşler.
İstanbul’da 1992’de kurulan “500. Yıl Vakfı” İspanya’dan İstanbul’a kabul edilmelerinin beş yüzüncü yılında kurulmuştur.
Moskova’da, Londra’da, Paris’te, Berlin’de, Washington’da ticaret yapan Siyonistler, “Venedik Taciri” isimli, tefeci Shylock’tan daha katı kurallarla ülkeleri sömürdüğünü bilmeyen ülke yok.
Ama her ülke yöneticisi, Siyonistlerin yüzüne korkudan acı acı sırıtırken, “Ülkelerden biri saldırırsa, ben bu tefeci katiller sürüsüne ne yapacağımı bilirim” diye diş bilemeye devam ediyorlar.