Köylerde kalaycılık yapan gayrimüslim bir vatandaşımız, kış boyu bir köyde kalacağından, köylüleri memnun etmek, kazancını artırmak ve daha rahat yaşamak için Müslüman oldu görünür.
Kış günlerinde köy odasında ocağın veya sobanın etrafında sohbet kaynatırlarken genellikle Siyer-i Nebi veya Hazreti Ali’nin cenkleri okunurmuş.
Hayber’in fethi anlatılırken Hazreti Ali, yedi kişinin kaldıramayacağı Hayber kalesinin kapısını söker ve hem kılıç hem kalkan olarak kullanır.
Kapıyı her sallayışında kapı yetmiş adım uzar ve yüzlerce kâfiri kırarken Müslüman görünen kâfir, elinde olmadan gönlü dilinden dışarı çıkar ve “Bizimkiler ölümüymüş” diye söylenirken herkes susar ve o gayrimüslime bakarlarmış.
Atalarımız:
“Küpün içinde ne varsa dışına o sızar” demişler.
Balsa bal, sirkeyse sirke sızar.
Sirke küpünün dışına bal petekleri resmi yapsalar, bahar çiçekleriyle süsleseler, çiçekler üzerine de arı resimleri koysalar, bir zaman insanları kandırsalar da arıları kandıramazlar ve o sızan sirkenin üzerine konmazlar.
Ama insanız, kanarız.
Onun için söze değil öze bakmalı.
Kişinin kendini öven sözlerinden ziyade yaptıklarına, kimlerle beraber olduğuna, gece görüştükleri ile gündüz konuştukları arasındaki dengeye, sırıttığı kişilerle somurttuğu kişilere dikkat etmeli.
Medine münafıkları Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle görüntüleri güzel olsa da, konuşurken sözler hoşa gitse de içlerinde gizledikleri kâfirliğin dışa taşmasına engel olamamışlar.
Uhud harbinde, Tebuk seferi esnasında söyledikleri ve yaptıkları içlerinden dışarıya taşıvermiş ve kendilerini ele vermişlerdir.
Rabbimiz onları tanıtırken:
“Onları (Müslüman görünümlü kâfir münafıkları) gördüğün zaman bedenleri (namazda duruşları, yolda gidişleri, selam verişleri…) hoşuna gider, konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Sanki onlar giydirilmiş keresteler gibidirler. Her bağırmayı kendi aleyhlerine zannederler. Onlar düşmandırlar. Onlardan sakın. Allah onları gebertsin. Nasıl da döndürülüyorlar?” (Münafikun süresi ayet 63/4).
Ama hiçbir hile devam etmez ve sahibini ele verdiği gibi kurduğu tuzağa kendi düşüverir.
Rabbimiz bu durumu da haber verir:
“Yoksa kalplerinde hastalık olanlar, Allah’ın onların kinlerini dışa çıkarmayacağını mı zannettiler?
Dileseydik onları sana gösterirdik ve sen de simalarından onları tanırdın. Elbette sen onları konuşma tarzlarından tanırsın. Allah onların amellerini biliyor” (Muhammed süresi ayet 29-30).
Kış, kışlığını yaptığı gibi, akrep de akrepliğini yaptığı gibi, kâfir de kâfirliğini, münafık, münafıklığını yaptığı gibi Müslüman da Müslümanlığını yapmalı.
Kâfir yapıyor da Müslüman neden yapmıyor, sorusu sorulur.
Ne kadar Müslüman’ız?
Yolundan gittiğini söylediğimiz, örnek ve önder kabul ettiğimiz sevgili peygamberimizin izinden mi daha fazla gidiyoruz?
Onun getirdiği Kur’an’ın kriterlerine mi uyuyoruz?
Yoksa dinime, imanıma, vatanıma, canıma, malıma göz diken, bize düşman olanları hep destekleyen, ceplerine para, ellerine silah verenlerin izinden mi daha fazla gidiyoruz ve onların kriterlerine mi daha fazla uyuyoruz?
Yoksa biz, uyutuluyor muyuz?