Merhum Rauf Denktaş döneminde, Ramazan ayında, Kıbrıs’a Kur’an-ı Kerim okumak için gönderilen değerli Kur’an karisi/okuyucusu arkadaşım anlattı:
“Bir iftar yemeği için Cumhurbaşkanı Denktaş bizi davet etti. Yemekten sonra yaptığı konuşmada bir Osmanlı fermanını gösterdi ve fermanda Kıbrıs’ın 1571 yılında fethinin hemen arkasından Anadolu’dan Kıbrıs’a iskân politikasını anlatıldığını ve fermana göre Kıbrıs’a gönderilen her kafilenin kırk aileden oluşması gerektiğini,
Kırk ailenin her birinin birer meslek sahibi olmasına dikkat edilmesini ve kimseye muhtaç olmayacak kadar para verilmesini yazıyormuş.”
Balkanlara yapılan iskân politikasında da bu usul uygulanmış.
Kırk meslek, bir hafız, bir hadisçi, bir fakih/İslam hukukçusu, doktor, çiftçi, değirmenci, fırıncı, ayakkabıcı, berber, demirci, marangoz, çömlekçi gibi vardıkları yerde kimseye muhtaç olmadan kendi medeniyetlerini kurma, çevreyi ilmen ve ahlaken etkilemeyi hedeflemişler.
Denktaş, bir de 1974 Kuzey Kıbrıs’ın geri alımından sonra iskân için gönderilenlerin ahlaksızlıklarından örnekler vermiş ve aradaki farkı söylemiş.
Konum, Kıbrıs’ın iskân politikası değil.
Bütün insanlığın birbirine muhtaç olarak yaratıldığını anlatmak.
Her insan, bulunduğu çağın içinde bir görev yaptığını bilmeli.
Rabbimiz hepimizi, yani dünyada yaşayan her insanı parmak çizgileri gibi, ses telleri gibi, karakter ve kabiliyet olarak farklı yaratmıştır.
Rabbimiz bu konuyu şöyle açıklamış:
“Rabbinin rahmetini onlar mı taksim ediyorlar? Onların dünya hayatındaki geçimliklerini biz taksim ettik. Birbirlerine iş gördürsünler diye, bir kısmını diğerleri üzerine derecelerle üstün kıldık. Rabbinin rahmeti onların topladıklarından daha hayırlıdır.” (Zuhruf süresi ayet 43/32).
Doktor, hiçbir zaman ayakkabıcıyı hafife almasın, mesleğini aşağılamasın.
Ayakkabıcının doktora ihtiyacı ömründe birkaç defa olurken, doktorun ayakkabıcıya ihtiyacı her gündür.
Berberin mühendise ömür boyu bir defa veya hiç ihtiyacı olmazken mühendis devamlı berbere muhtaçtır.
Bir kere insanları mesleklerine göre değil insan oldukları için sayacağız.
Her insana saygılı davranırken Müslüman’ı hem sayacağız hem seveceğiz.
Bütün insanları Hazreti Adem’den kardeş kabul ederken, Müslümanları ayrıca din kardeşi olarak da seveceğiz.
Sizde olmayanı istemeyiniz. Mesela “Sesim filan sanatçı gibi olsaydı” temennisinde bulunmak çenenizi yormaktan, kendinizi üzmekten başka bir şeye yaramaz.
“Peygamber neden Türklerden seçilmedi?” sorusu da Mekkeli müşriklerin, “Neden Mekke’nin veya Taif’in en zenginine verilmedi?” sorusunun tekrarıdır.
Sormanın faydası var mı? Yok. Ya iman edeceksin veya kâfir olacaksın.
Her doğan çocuk, dünyanın en değerli elmasından, zümrüdünden, incisinden, mercanından daha değerlidir.
İnci, midyede, istiridyeden meydana gelirken çocuk bir anneden meydana gelir.
Aradaki farkı anlayıverin.
Her bir insanın korunması, en büyük elmastan daha fazla korunmaya değerken, günümüz medeniyetinin en büyük gelir kaynağı silahların namlusu o değerli insanlara çevrilmekte ve dünya pazarı, insanları yok edecek malların teşhir edildiği fuar haline getirilmektedir.
Her çocuğun doğuştan getirdiği kabiliyeti keşfedilmelidir.
1.60 boyundaki adamın keşke 1.90 olsaydım temennisi olmayacak şeydir.
O kendisine verileni değerlendirsin.
Hazreti Ömer’in “ilim dağarcığı” dediği Abdullah bin Mes’ud boy itibarıyla cüceymiş ama ilmi tefsir ve fıkıh kitaplarında kıyamete kadar uzanıyor.
1.47 boyundaki Naim Süleymanoğlu, halterde birkaç defa dünya ve olimpiyat şampiyonu oldu. Temenniyle vaktini kurşunlamadı.
Rabbimiz bize:
“Allah’ın, sizi kendisiyle birbirinize üstün kıldığı şeyleri istemeyiniz…” buyurur. (Nisa süresi ayet 4/32).
İstesen de faydası yok.