Mayınlı arazide askerlerin yürüyüşünü görürüz televizyonlarda. Uzman bir asker, elinde mayın tarayıcısıyla önden gidiyor, yolun temiz olduğunu söyleyince arkasından askerler yürüyor.
Günümüzde duruma göre her şey tuzağa dönüşebilir. Güzel bir göz nice ailelerin yıkılmasına sebep oluyor.
Sihirli bir sözle politikacılar milyonları arkalarında koşturuyorlar.
Paranın yüzü, nice yiğitlerin yüzsuyu dökmesine sebep oluyor.
Ülkelerdeki zulmü, işkenceyi, sömürüyü durdurabilecek güce sahip delikanlılarımızı, para tuzağına çekiveriyor.
Metris cezaevinde ilk defa yaptığım konuşmada önce salondakileri süzdükten sonra, çoğunluğun 18-30 yaş arasında olduğunu görünce, ilk cümlem, “Sizler, İstanbul’u fetheden Fatihin yaşındasınız.
Fatih, İstanbul’da imparator ve papaz zulmü altında inleyenleri kurtarmıştı.
Sizler, suçlu bulunanlar ve hüküm giyenler sizler, İslam dünyasındaki zulümleri engelleyecek gücünüzü, organize uyuşturucu, haraç alıcı, soygun yapıcı işlerde kullanmakla, Allah’ın size verdiği gücü israf ettiniz.
‘Zararın neresinden dönülürse kar odur’ demiş atalarımız” deyip devam etmiştim.
Sahabe zamanında pıtraklı yerde yürümeye benzetirlerdi “takva yolunu”
“Takva yolu, Kur’an-ı Kerim’i, Sevgili Peygamberimizin anladığı gibi anlamak ve onun yaşadığı gibi yaşamak” diye tarif etmişler.
Bu gerçekleşirse, kişinin içi Hak için tertemiz olurken, dışı da halk için temiz olur.
Günümüzde bireylerden istenen de budur zaten.
Ama bu yol pıtrak dikenleriyle dolu, mayınlar döşenmiş ama mayınlar çok çekici gözler, sihirli sözler, capcanlı, şatafatlı makamlar, göz kamaştıran şöhretlerle süslü.
Yol kılavuzunu bile tuzağına çeker.
Eski Akıncıların önde gelenlerinden biri anlattı:
“Birlikte acılı tatlılı nice günler geçirdiğim,
Gece teheccüdlerine hayran kaldığım,
Cebindeki son lirasını da dilenciye verdiğini ve aç kaldığımızı gördüğüm,
‘Keşke ben de böyle olabilseydim’ dediğim can ciğer arkadaşım, dostum, yoluna yoldaş olduğum insan, Turgut Özal’ın Başbakanlığı döneminde köşeyi döndüğünü duydum ve haram yollardan uzak durması ve hayır yolunda harcaması için bürosuna gittim.
Güzelliği diller bağlayan bir dilber karşıladı, lüks bir koltuğa oturttu, içeriye girip çıktı ve beklememi söyledi.
Ben hemen çağıracağını beklerken on beş dakika bekledim, o güzele hatırlatmasını söyledim, içeri girdi, çıktı ve beklememi söyledi.
‘Yanında kim var?’ dedim.
‘Kimse yok’ dedi.
Hemen kalktım, kapıyı açtım ve girdim.
Ayakları masanın üzerinde gazete okuyor ve beni bekletmenin, domuz eti yanında viski içer gibi tadını çıkarıyordu ama onlara alışık olmadığından tat alamayanlar gibi bekletmenin tadına da varamıyordu…
‘Allah’ımın seni ıslah etmesi için dua edeceğim’ dedim ve çıktım.
Arkamdan gelmesine de, ses vermesine de aldırmadan yürüdüm gittim.
Sonra aradan fazla zaman geçmedi ve düzelme yoluna gireceği zaman da gelmedi, o altmışından sonra tevbeye niyetlenmişti ve bir gece kalpten gidivermiş” dedi.
Atalarımız, “Her şeyin hayırlısı” demişler.
Yani eşin hayırlısı, evin hayırlısı, komşunun hayırlısı, malın hayırlısı, makamın hayırlısı, şöhretin hayırlısı…
Hayırlı olan da bize hem bu dünyada, hem ahirette faydalı olandır.
Rabbimiz “Çok verip azdırmasın, az verip bezdirmesin”.
Rabbimizin kelamını kulağımıza küpe yapalım:
“Eğer Allah, kullarının hepsine rızkı bol verseydi, yeryüzünde taşkınlık yaparlardı. Ancak dilediği ölçüde indiriyor. Şüphesiz O, kullarından haberdardır, onları görendir.” (Şura süresi ayet 42/27).