Ben dokuz yaşında köy imamıyım. Yeni bir öğretmen atandı. Yaşı on yedi buçuk olduğu için altı ay maaşını veli atanan öğretmen eliyle aldı.
İlk defa bir komünisti gördüm, tokalaştım, ilk yemeği benim evimde ikimiz beraber pişirip yedik. Onun evinde de hazırlıklar tamamlanıncaya kadar benim evimde yedik. Samimi bulduğu için bana komünizmi anlatmaya başladı. Rulo şeklinde gelen, adı postacı tarafından okunamayan dergiler geliyor ve beraber okuyoruz. Beni kazandığını zannetti ve birlikte köye de açılmamızı söyledi. Ben de ona, “Köylülerin seni sevmesi gerekir. Onların seni sevmesi için de camiye gelmen ve namaz kılman gerekir” dedim.
Okula gitmeden önce babasının ve annesinin dizinde öğrendiği namaz süreleriyle başlayıverdi.
“Ben ezan okurken iyi dinle sana da okutacağım” dedim ve evde de ezan talimi yaptıktan sonra minareden ezan okuttum ve ilmihal bilgileriyle devam ettik. Şubat tatilinde memleketine gitti.
Babasından bana teşekkür mektubu geldi.
Şimdilerde benim de kendisine gıpta ettiğim bir emekli hayatı yaşıyor. “Milletin efendisi” denilen köylülerimizin bir kısmı şehirlerin patronu olurken bir kısmı da eski tabirle ırgatlığa devam ediyor. Köylerde insan kalmadı denemez. Köylerin beşte dördü şehre göç ettiyse de beşte biri köyünde duruyor ve geriye göç nedeniyle artış devam ediyor. Köyün en aydın insanları imam, öğretmen ve muhtar iken sayacak ayağı olan bu üçlünün alınan bir kararla ayağının biri alınıverince köyler göçtü. Mut kazasında vaiz iken otuz haneli bir köyün öğretmeni, mezun ettiği köyün ilkokul öğrencilerine Kur’an-ı Kerim’i okumasını öğretir diplomayı öyle verirdi.
Şikâyet üzerine Mersin’den gelen müfettişe, “Evet okutuyorum. Köyde imam yok, namazı da ben kıldırıyorum. Kur’an-ı Kerim’i mesai dışında okutuyorum” der. Mezun ettiği çocukların hepsi kolejleri kazanmaları ve ilçe öğrencileri arasında hep birinci olmalarını da gören müfettiş, “Hoca, ben seninle aynı fikirde değilim, ben sosyal demokratım ama ben bu ilde olduğum sürece, kimse senin kılına dokunamaz, devam” der. Öğretmen, köylünün traktörü bozulsa tamir ediverir para almaz, çocukların oyuncağını tamir eder para almazdı. Şimdi o köyün çocukları da taşımalı eğitimle cezalandırılıyorlar. Yetki bende olsa tek öğrencisi olan köye bir tane öğretmen görevlendirir ve o öğrenciyi doğru bilgiyle donatmasını sağlardım. Lise ve dengi okullara sohbet için davet edilip gittiğimde müdür ve yardımcıları ile sohbet ederken, “Bir sınıfın o gün bütün derslerini bir öğretmene verseniz ve o öğretmen de öğrencilerini sınıfta, parkta, dere kenarında, dağ başında, bulunduğu yere göre kendisi ayarlasa ne olur?” diyorum. Milli Eğitim Bakanı’na teklifimdir bu.
Lise müdürünün biri, “Hocam, buna yakın bir şeyi biz yapıyoruz. Her öğretmen, kendi dersini okul içinde veya okulun bahçesinde yapma özgürlüğü vardır. Okulumuzun bahçesinde her dersi verebilecekleri ortamı hazırladım, teneffüste de oralarda oturma veya oynama yapabilirler” demişti. Allah’ımız, dünya dershanesini dağlı, dereli, kumlu, karlı, göllü, çöllü yaratmış.
En ünlü ilim adamları da oralarda araştırma yatıktan sonra laboratuara girerek bilim âlemine katkı sağlıyorlar. Aynı duvar, aynı kirlenmiş hava, aynı tavan, aynı yer, aynı kapı… Çocukların, “kar yağsa da Vasip amaca okulları tatil etse” demelerinin temelinde bunlar vardır. Ocak ayının, karlı buzlu bir gününde İngilizce dersini İstanbul Kapalıçarşı’da turistlerle konuşarak yapacağını bilen öğrenciler o günün tatil olduğunu öğrenince acaba ne yaparlar? Dalga geçen öğretmenlere de engel olarak “devletin yaptığı imtihanlarda alacağı notlar sizin maaşınız da eksiltme yapmayacak ama alınan puanla orantılı olarak maaşınız artacak” deseniz ne olur? Daha önce, mevlit okuma peşinde koşan, cami eğitimine önem vermeyen bir imamımız için bir denememi size yazmıştım.
İki kardeş, liseye giden iki çocuklarına akşamla yatsı namazı arasında ders vermesini istemişler imama kabul etmemiş, onun için cami imamından şikâyet etmişlerdi. Ben de, “Şikâyet edin ve oradan gönderin” demek yerine durumları iyi olan bu iki kardeşe: “Bu akşam, imama şöyle bir teklifle gidiniz: İki çocuk için her ay yüzer liradan iki yüz lira vereceğiz, bunlardan başka topladığın her çocuk için on lira vereceğiz deyin” dedim, yaptılar, seksen öğrenci bulmuş ve her ay bin lira alarak okutmaya devam etti. Bu rakam, en az on beş yıl öncesinin rakamıdır. Hoca, okutmaktan sevap almaz, çünkü Allah rızası için okutmadı ama seksen iki öğrenci dini bilgiler aldılar.