Arkadaşlarla oturduk, gece yarısına kadar sohbeti kaynattık.
Söz sırası bana geldiğinde her tanıdığım arkadaşların iyiliklerinden bahsettim, hoş olmayan taraflarına hiç yaklaşmadım.
Hatta bazı karşı mahallede (ki ben bu sözden hoşlanmam) olanların yanlış söz ve davranışları konuşulurken onların da doğru, güzel, söz ve davranışlarını söyleyerek dengelemeye çalışırken okul müdürlüğü yapmış, belediye başkan yardımcılığı yapmış ve emekli olunca hafız yetiştiren bir kursta ücret almadan çalışmaya başlayan çok çok değerli arkadaşım söz aldı ve “Mahmut ağabey, fabrikatör bir adam, oğlunu hafız yapmamız için yatılı Kur’an kursuna kaydettirdi.
Yatılı kurs ücreti olarak ayda 200 lira vermesi gerekirken bir yıl geçti hiç vermedi.
Oğlu hafız oldu, kurstan ayrıldı, babasının yanında işe başladı, baba ücreti yine ödemedi.
Telefonla parayı istiyorum ama vereceğini söylediği halde vermiyor.
“Hep vereceğim, diyorsun vermiyorsun” deyince adam kızdı ve bana, “Siz nasıl Müslümansınız, vakfın sabit telefonundan bana en az on defa telefon ederken Allah’tan korkmaz mısınız…” diye art arda saydı. Buyur bu adam için de iyi bir şeyler söyle” dedi.
Dedim ki, “Bu adamın bu oğlu hastalansa, tedavisi bu ülkede olmaz, filan ülkede olur ama bir milyon Euro’dan aşağıya tedavi olmaz” deseler oğlunu oraya götürür tedavi ettirir mi?
“Evet, yapar, hiç acımaz paraya ve tedavisini yaptırır” dedi.
Bakın bu adam yalnız bir hastalığı için bir milyon Euro ödeyebileceği değerli oğlunu, hafız yapmanız için size teslim etmiş. Bu bile onun iyilik damarının hala kurumadığını gösterir.
Vakıf için bina bağışlayan, yatılı öğrencilerin yemeğini veren işadamlarının yaptığı iyilik, paralarını vermeleridir.
Bu adam ise oğlunu vermiş, daha ne istersiniz? Dediğimde 1985’de tanıdığım ve dost edindiğim, her sene yaptığı güzel hizmetleri başka il ve ilçelerde konferanslarımda anlattığım, ilmiyle amel eden, yaptığı İslami hizmetlerinden dolayı bir lira para da almayan arkadaşım söze girdi ve ömrümde hiç duymadığım, ama benzeri söylenemeyecek iyimser sözü söyledi: “Mahmut ağabey, mahşer yerinde amellerimiz tartıldığında, iyiliklerimiz az gelip, Rabbimiz de af etmez ve bir müddet yanmamızı murat ettiğinde, cehenneme doğru giderken, “Cennete gitmeden önce kabirde rutubetten elde ettiğimiz kulunçların ateşle giderilmesi ve cennete kulunç ağrılarından kurtulmuş olarak girilmesi de iyidir” diyecek kadar iyimserdir” deyiverdi.
Hayran oldum, ağzım açık kaldı ve “İşte bu konuda sözün zirvesini sen buldun” dedikten sonra bütün zorluklara rağmen başarılı olanların peygamberler olduğunu Kur’an-ı Kerim’den okuyoruz dedim.
Firavun’un ordu ve ekonomik gücünü gören herkes, Musa aleyhisselama şans tanımazken, sonunda başaranın Musa aleyhisselam olduğunu haber verir.
İsterseniz Nuh, Hüd, Salih, İbrahim, Lut, Musa, İsa, Muhammed ve diğer peygamber aleyhisselamların hayatını Kur’an-ı Kerim’den bir okuyuverin de iyileri ve iyilikleri anlatmaya başlayıverin.