Tarihte Hıristiyan ve Yahudilerin yönetimindeki devletlerde, Müslüman ve diğer dinlere müsamaha edilmediğini,
Roma İmparatorluğu’ndan İspanya’ya ve en son Hitler Almanya’sına kadar, Yahudilere Hıristiyanların neler yaptığını bilmeyen yok.
Kanun kaçaklarının kurduğu Amerika, 25 milyonluk Kızılderili insanları nasıl yok ettiğini, yaptığı binin üzerinde sinema filmiyle ortaya koydu.
Bunlar, bu yaptıklarından biraz yüzleri kızarıyor ki, Müslümanlardan bir grubun üzerine gidip kendi işledikleri cinayetleri onların üzerine atıp, “Bakın, Müslümanlar da suç işliyor” demek istediler ama milletler bunu yutmadı.
Son olarak bütün Müslümanları, Müslümanlıktan uzaklaştıralım ve kendimize benzetelim fikrinde karar kıldılar.
Rabbimiz, bunların iç dünyasını bize şöyle haber veriyor:
“Ehl-i kitaptan (Yahudi ve Hıristiyanlardan) çoğu, gerçek kendilerine açıklandıktan sonra nefislerindeki haset nedeniyle sizi imandan sonra küfre/kâfirliğe çevirmek isterler. Fakat size Allah'ın emri gelinceye kadar onları bırakın ve afvedin. Şüphesiz Allah, her şeye kadirdir.” (Bakara süresi ayet 2/109)
Ne yaparsak yapalım, biz Müslüman kaldıkça bizden memnun olmayacaklarını yine hepimizi yaratan Rabbimiz haber veriyor:
“Sen onların dinine uymadıkça, ne Yahudiler ne de Hıristiyanlar asla senden hoşnut olmazlar. De ki: "Gerçekten doğru yol, Allah'ın yoludur." Sana gelen bu ilimden sonra onların arzularına uyarsan, sana Allah'tan ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.” (Bakara süresi ayet 2/120)
Hıristiyan Roma İmparatorluğu’nun Yahudileri işkence ve öldürmeleri nedeniyle Endülüs’e yerleşen Yahudiler, tam yedi yüz yıl Müslümanların himayesinde huzur içinde bir hayat sürerler.
Papanın emri, Ferdinand ve eşi İzabel’in Avrupa’daki bütün savaşan güçleri toplayıp Müslümanları mağlup ettiği gün, bütün Müslümanları ve Yahudileri Hıristiyan olmaya zorlar ve kabul etmeyenleri öldürmeye başlar.
Türkiye Yahudilerinin çıkardığı Şalom gazetesi, bunu şöyle ifade eder:
“İspanya Yahudileri, 1492 yılına kadar, Müslüman ve Hıristiyanların buyruğu altında yaşayan en yüksek nüfusa sahip ve en huzurlu topluluktu.”
“İzabel, Papa’dan izin alarak 27 Eylül 1480’de bir kraliyet kararnamesi yayınladı. Bu karara göre ölmemek için zorla Hıristiyanlığa dönen Yahudilerin hayatı sürekli kontrol edilecekti. Kabul edilen engizisyon ile birlikte, Hıristiyanlığın gereklerini yerine getirmeyip, hâlâ Yahudi gibi yaşayanları büyük bir zulüm bekliyordu. Bu kişiler ‘suçlarını’ itiraf edinceye kadar dövülüyor, ettiklerinde de öldürülüyorlardı. Genellikle yakılıyorlar; fakat haçı öpmeyi kabul ettikleri takdirde boğularak öldürülüyorlardı. İşkencelere rağmen halen hayatta kalmayı başaranlar ise “auto-da-fe”, yani “inanç eylemi” adındaki bir törenle yakılıyorlardı.”
İspanya’dan sürülen Yahudilerin en şanslı olanları Osmanlı İmparatorluğu’na kabul edildi. Birçoğu Selanik, İstanbul ve İzmir çevresine yerleşti. Yönetimi elinde bulunduran II. Beyazıt, çaresiz kalan Yahudileri ülkesine memnuniyetle kabul ederken şu sözleri sarf etti: Aragon kralı Ferdinand’ı nasıl akıllı olarak nitelendirirler? Kendi ülkesini fakirleştirirken, benim ülkemi zenginleştirdi.” (Şalom gazetesi 8 Ocak 2008)
Jak Kamhi’nin 1992’de kurduğu 500. Yıl Vakfı, İspanya’dan kabul edilen Sefarat Yahudileri tarafından kurulmuştur.
1948’de işgalci İsrail’in kurduğu devlete göçüp gitmemişlerdir.
Yani Türkiye’de yaşayan Yahudiler, işgalcilerin “Geliniz” çağrısına uymamışlardır.
1453’ten bugüne kadar aralıksız olarak kiliselerde çan alınmaya devam etmiştir.
Balkanlarda Yahudi ve Hıristiyanların olması, 500 sene Osmanlı döneminde özgürce yaşadıklarının delilidir.
Mehmet Akif Ersoy’un ifadesiyle “Şarka bakmaz, garbı bilmez”ler ekibi Suriye’de 61 yıllık zulme son veren Müslümanlara akıl vermeye çalışırken “Aman, Nusayrilere, Hıristiyanlara, Yezidilere, Dürzüler dokunmayınız” tavsiyesinde bulunuyorlar.
Hazreti Ömer (r.a.)’in Şam’ı, Kudüs’ü fethinden bugüne kadar Hıristiyanların oralarda yaşamaları, onlara dokunulmadığının delilidir.
Daha sonra ortaya çıkan Yezidilerin, Nusayrilerin, Dürzilerin de var olması, dokunulmadığının işaretidir.
İstanbul’da çanlar çalınırken, Atina’da Osmanlı döneminden başta Fethiye 1456 yılından 1824 yılına kadar ezan okunurken, 1824’ten beri fırın, depo, hapishane gibi işlerde kullanılmış, en son olarak tarihi eserler deposu yapılmış ve ezana izin verilmemiştir.
Ama Türkiye’deki bütün kiliselerin çanları çalmaya devam ediyor.
Herkes neyin ne olduğunu biliyor.
Biz, İslam’ın tarif ettiği şekilde, Müslümanlığımıza devam edelim; kapalı kulaklarını, perdeli gözlerini açalım da dillerinden Kelime-i Şehadet’i duyacağımız günlerin yakın olduğunu, kendilerine müjdeleyelim.