Cuma günü hatip efendi hutbesini bitirirken, cemaati şöyle uyarır:
اَلآ إِنَّ أَحْسَـنَ الْكَلاَمِ وَابْلَغَ النِّظَامِ كَلاَمُ اللهِ الْمَلِكِ الْعَـزِيزِ الْـعَلاَّمِ
“Dikkat ediniz ve iyi anlayınız ki, kelamların en güzeli, yaratılmışların sahibi ve yöneticisi olan güçlü ve her şeyi bilen Allah kelamıdır” der.
“Kelime Güzeli” seçelim desek, sizce en güzel kelimeleri birden ona kadar hangilerini seçerdiniz?
Birden ona kadar seçtikleriniz arasından “Kelime Güzeli” olarak hangisini seçerdiniz?
Seven, sevdiren, barıştıran, bakıştıran, danıştıran, tanıştıran, ulaştıran, kavuşturan… kelimeler, nefesten sonra gelir hayatımızın devamında.
Savaşı başlatan, savaşı kestiren, kelimelerdir.
Sevdiren ve nefret ettiren de kelimelerdir.
Şu anda sekiz milyar insanın içtiği, yediği, giydiği, kullandığı her şey, gemiler, uçaklar, trenler, tırlarla nakledilirken, bütün bunları üreten beyinlerin sözleri, çizimleri, bilgileri, kültürleri bir tuşla aynı anda dünyanın yedi iklim dört bucağına ulaşır.
Rabbimizin yarattığı akılların ürettiği kelimeler, insanların yaptığı dijital teknolojiyle taşınır.
Sanatın, ticaretin, siyasetin, ziraatın, memuriyetin.. ana malzemesi görülemeyen, dille söylenen kelimeler ve o kelimelerin inci gibi dizilmiş cümleleriyle aktarılır.
Saman, altın, gübre, pırlanta… gibi çuvala, kasaya, keseye, kutuya, depoya… sığmazlar, hapsedilemez, gümrüklerden geçerken köpekler kokusunu alamaz, uzmanları onu bilemez, vizesiz, sessizce geçerler.
Devletlerin “vizesi” olmadan başka ülkelerin diline geçebilirler.
Müslüman ailelerin cömert çocukları, Avrupa’da doğup büyüdükleri halde Avrupalı delikanlılara kahvehanede yaptıkları cömertliğin ardından, “Bendensin” kelimesini Avrupa’daki bütün dillere de geçirmişlerdir.
Elmas, Yakut, Yeşim, Zümrüt, Kehribar…gibi topraktan çıkan değerli taşları, toprak altında binlerce yıl kaldıkça saflığı, berraklığı, rengi ve kesimine göre değer kazanır.
Adem aleyhisselam daha dünyadan hiçbir şey yemeden, içmeden ve giymeden önce, isimleri öğrenmişti Rabbinden:
وَعَلَّمَ آَدَمَ الْأَسْمَاءَ كُلَّهَا ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلَائِكَةِ فَقَالَ أَنْبِئُونِي بِأَسْمَاءِ هَؤُلَاءِ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ
“Ve (Allah) Adem'e isimlerin hepsini öğretti.” (Bakara süresi ayet 2/31)
Onun için en eski tarihe ait olan şeyimiz, kelimelerimizdir.
Binlerce yıl içinden süzülerek gelmişler.
Her kelime, tarihin acı ve tatlı yükünü de sırtında taşımaktadır.
Yahudi asıllı Alman profesör Oskar reşer (1883-1972), 1928 yılında İstanbul’a gelir.
İsmail Saip Sencer isimli ilim adamını tanıyınca kendisi üniversite ders verdikten sonra 25 yıl İsmail Saib efendinin derslerine katılır ve sonunda Müslüman olarak Osman Reşer olur.
Osman Reşer, Fuzuli’nin “Leyla vü Mecnun” isimli esrini Almacaya terceme ederken
Suz-i dil ile gelip figane
Kafurunu döktü zağferane” beytini tercemeden aciz kalır ve Mahir İz merhuma durumu açar.
Mahir bey de “Kâfurun kokulu bir ot olduğunu biliyorsunuz ama o kafur, beyaz olduğundan aşığın gözyaşı damlası kafura benzetilmiş.
Aşığın aşktan yüzü sapsarı kesildiğinden aşk sarısını zağferana benzetmiş ve “Göz yaşını sararmış yüzüne döktüğünü anlatmış yani ağlamış der.
Kütüphanemden uzakta olduğumdan, Mahir İz merhumun eseri olan “Yılların İzi” ndeki sayfa numarasını yazamadığım için özür dilerim.
Siz de yarına kadar en çok beğendiğiniz on kelimeyi yazınız ve onun içinden en güzelini seçiniz.
Ben de bu yarışmaya katılacağım ve yarın benim seçimimi açıklayacağım.