Büyük şehirlerde kendini kaybedenleri kendine getiren, gideceği yeri belirlemede merkez kabul edilen Süleymaniye camii gibi, Çamlıca tepesi gibi yerler her yerde vardır.
Edirne’ye gidenler, gidecekleri yerin tarifini Selimiye camiine göre alırlar ve adresi bulurlar.
Mekke’de Ka’be, Medine’de Mescidi Nebevi, Bağdat’ta İmam A’zam camii, Şam’da Ümeyye camii, Kahire’de Ezher camii yüzlerce yıldır hem maddi yolun, hem manevi yolun istikametini çizmeye devam ettiler.
Şehrin tam orta yerine cami yapılırdı ve bütün yollar camiye çıkardı.
Günümüz şehircilik mühendisleri kapitalist batı etkisinde eğitildiklerinden bütün yolları en büyük bankaya çıkarıyorlar.
Ve adresler, banka merkez kabul edilerek veriliyor.
Gittiğim her şehirde yaşayan ve şehre faydalı olan insanları ziyaret etmek istediğimde hemen ya makam, unvan veya para imkanları sunan siyasi ile görüştürmek istiyorlar veya “Bu kapıdan içeri girdin ya aslında sen cennete girdin” diyen sahte şeyhlerle tanıştırmak istiyorlar.
Kur’an-i Kerimi tefsiriyle, Hadisi şerifleri şerhiyle, Fıkıh kitaplarını bilen ve ilmiyle amel den biriyle görüşmek istediğimde biraz dudak büktükten sonra “Pek dışarı çıkmaz, camiden eve, evden camiye gider-gelir ve yalnızlığı sever” derler.
Benim ısrarımla ziyaret edilir.
Götürene soruyorum, “Bir konuda tereddüde düşsen, haram mı, helal mı, caiz mi değil mi? Diye düşünürken soruyu şeyhine mi sorarsın, yoksa bu tek başına yaşayana mı sorarsın?” dediğimde “Şeyhim zahiri ilimleri bilmez, tabii ki o zata sorarız. O, bu şehrin fetvasına güvendiği adamdır”
Siyasinin ayağına daha fazla gidersin, makam, unvan veya parasal işlerini halletmek için boyun bükersin, iç dünyanda bu ikisinden hangisini daha güvenli bulursun?” dediğimde yine “o alim” der.
Neden onun yanında görünmezsin de diğerlerinin yanında vakit öldürürsün? Denildiğinde,
“Birincisinde cennet garanti, öbüründe dünyalık garanti, olmasa da bir umutla yaşıyorsun” der.
İlmiyle amil olan ise sevgili peygamberimizin, kızı Fatıma’ya söylediğini hatırlatır:
عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ ، رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ ، أَنَّ النَّبِيَّ صلى الله عليه وسلم قَالَ : يَا بَنِي عَبْدِ مَنَافٍ اشْتَرُوا أَنْفُسَكُمْ مِنَ اللهِ يَا بَنِي عَبْدِ الْمُطَّلِبِ اشْتَرُوا أَنْفُسَكُمْ مِنَ اللهِ يَا أُمَّ الزُّبَيْرِ بْنِ الْعَوَّامِ عَمَّةَ رَسُولِ اللهِ يَا فَاطِمَةُ بِنْتَ مُحَمَّدٍ اشْتَرِيَا أَنْفُسَكُمَا مِنَ اللهِ لاَ أَمْلِكُ لَكُمَا مِنَ اللهِ شَيْئًا سَلاَنِي مِنْ مَالِي مَا شِئْتُمَا
“Ey Abdi Menaf oğulları, Allah’tan kendinizi satın alınız, ey Abdülmuttalib oğulları, Allah’tan kendinizi satın alınız, Ey Zübeyr’in annesi ve Allah rasülünün halası, ey Muhammed’in kızı Fatıma, ikiniz de Allahtan kendinizi satın alınız. Bu konuda Allah katında ben size hiçbir şeye sahip olamam. Malımdan dilediğiniz kadar isteyin.” Buhari, Sahih, K. Menakıb, bab 12, Müslim, Sahih, K. İman, bab 91)
Bu hadisi Şerif, Şefaaatı inkara götürmez. Şefaatin varlığını her gün namazlarımızın ardında Ayet’el Kürsi de “İlla bi iznihi” diye okuduğumuz bölümde şefaatin ancak Allah’ın izin vermesiyle olduğunu, şefaat etmeye ve şefaat edilecek kişiye de izin veren yalnız Allah celle celalüh’ tür.
Rabbimiz, soyup sopun fayda vermeyeceğini canlı örnek olarak Nuh aleyhisselamın oğlunu, İbrahim aleyhisselamın babasını, Lut aleyhisselamın hanımını, sevgili peygamberimizin amcası Ebulehebi, örnek olarak Kur’an-i Keriminde verir.
Rabbimiz buyurur:
فَإِذَا نُفِخَ فِي الصُّورِ فَلَا أَنْسَابَ بَيْنَهُمْ يَوْمَئِذٍ وَلَا يَتَسَاءَلُونَ
“Sur'a üfürüldüğünde o gün aralarında akrabalık bağı kalmaz. Birbirlerini (n halini) sormazlar. (Herkes kendi derdine düşer.) (Mü’minun süresi ayet 23/101)
فَإِذَا جَاءَتِ الصَّاخَّةُ
“(İkinci Sûr'un) Kulakları patlatan gürültüsü geldiğinde,
يَوْمَ يَفِرُّ الْمَرْءُ مِنْ أَخِيهِ
Kişi kardeşinden kaçacak.
وَأُمِّهِ وَأَبِيهِ
Annesinden ve babasından,
وَصَاحِبَتِهِ وَبَنِيهِ
Eşinden ve oğullarından (kaçacak)
لِكُلِّ امْرِئٍ مِنْهُمْ يَوْمَئِذٍ شَأْنٌ يُغْنِيهِ
O gün onlardan her kişiye yeterli bir işi vardır.” (Abese süresi ayet 33-37)
İlim adamı bunu söyleyince görüntüde sevilmez ama gönlünde yine güvendiği odur.
Siyasinin verdiği imkanı alim ve amil olan veremez ama haksız kazanç, haksız makam, haksız unvan elde eden kişi, kuyruk salladığı o siyasiye hiçbir zaman iyi gözle bakmaz ama yanına uğramadığı, arada bir fetva sorduğu alim ve amil kişiye gönlünde hep saygılı olur.
İlim adamları bu çağın geceleri yön gösteren, yıldızıdır, gündüzleri güneşidir, pusulasıdır, Navigasyonudur.
Işık kendini gizleyemez.
İlim adamları, adam gibi, dimdik, Camilerde, meydanlarda, pazaryerlerinde, caddelerde, üniversitelerde, mahkemelerde, galerilerde özetle halkın olduğu her yerde Hakkın belirlediği sınırları korumak için bulunmalı, görünmeli, müdahale etmeli, yol göstermeli.