Hasan ÖZÜNAL
Hikâyedir ama kıssadan hisse için arz edelim…
Doktor muayenehanesine bir hasta girer. Mızmız bir tiptir. Kendi kendine söylenir gibi konuşur: “Kaç toktura gittim derdime bir çare bulamadılar, bakalım sen ne yapacan?”
Doktor şikâyetini sorduğunda aldığı cevap gariptir. “Nereme elimi dokunsam orası ağrıyor”
Doktor sırası ile burnuna, kulağına, kafasına ve birkaç yerine daha dokunmasını söyler. Hasta her dokunuşta uf ufff diye acıma sesleri çıkarır. Doktor hastanın burnuna bu sefer kendisi dokunarak şu burnuna bir daha dokun der. Doktorun dokunmasına tepki göstermeyen hasta kendisi dokununca uff diye inler…
Doktor hemşireye döner “Kızım sargı malzemelerini getir. Hastamızın parmağı kırık sarıverelim”
Karaman’da sorun çok mu? Bu sorunlar çözümsüz mü? Bu sorunları nasıl tespit ederiz, nasıl çözeriz?
Milli sorunumuz “Konya/Karaman” dır. Bizi gıcık eder, deli eder…
Gerçekten sorun mu?
Yaşadığı ülkenin idari yapısını bilmeyecek kadar duyarsız, odun misali yaşayan, sap gelmiş saman giden birisi bunu bilmiyor ise bu bizim sorunumuz mudur? Haberlerde kanlı bıçaklı haberlere, falanca sanatçının ayakkabı numarasına merak saranlar varsın bilmesin. Bu da onların ahmaklığı, odunluğu olsun…
Ama tanıtmak gibi bir sıkıntımız var mı? Elbette var.
Tarım kesiminde, Konya Ovası tahıl deposu diye yıllarca ders kitaplarında bile okutulan kavram bu gün yok olmuştur. O bahsedilen ova ikiye bölünmüş, Karaman aslan payını alarak Karaman Ovası varlığına kavuşmuştur. Türkiye’nin ve belki de Dünyanın en verimli en güzel tarım arazileri Karaman Ovasını oluşturmaktadır.
Ama ne yazık ki adı KOP olan projenin başlangıçtaki payını alamamış, planlamalardaki, yani projenin amaçlarındaki konulan yatırımlardan daha istifade edememektedir.
Çiftçimiz, dağlık kesimde ya da Karaman Ovasında çok verimli bir çalışma sergilemekte her geçen gün de ileri gitmektedir. Bunu anlatamadık.
Sanayide devlet desteklerini hiç kale almadan kıt imkânları ile adeta mucizeler yaratan sanayicimiz, dünyaya örnek olan bir gelişme ile hızla yükselmektedir. Serbest bölgeye, lojistik merkezine, sanayi fuarlarına, üniversitenin gıda sanayisi ile entegre bölümlerine, Devletin ithalat ve ihracat kararlarında korunmaya, vergi ve sigorta desteklerine ihtiyacı vardır. Bunlar olursa çok daha fazla ve kaliteli üretebilecek, daha hızlı yol alabilecektir. Bunu anlatamadık…
Üniversitemiz geç kurulsa da hızlı bir fiziki gelişme kaydetmiş ama buna paralel bir varlık gösterememiştir. Sebebi yönetim hatalarıdır. Aslan parçası sayılan ahbap çavuşların, emmisinin dayısının kayın biraderinin kızının kocasının kardeşini atamaktan, liyakatli rektör atamaya vaktimiz olmadı. Bu sorunu bir türlü anlatamadık.
Bir karar veremediğimiz, altı bin mi, on bin mi, 13 bin mi olduğunu netleştiremediğimiz bir tarihe sahibiz. Üstelik bu tarihi alt üst edecek bulgular var. Bunlar gösteriyor ki haçlının okul tarih kitapları da dahil tüm kaynaklarımıza soktuğu gibi, bizler 1071 de Anadolu’yu işgal eden barbarlar değil, bu topraklarda binlerce yıldır göçebe, kabile, aşiret, boy ve soy olarak var olan insanlarız.
Tüm insanlık tarihinin her döneminde göz bebeği, kültür ve medeniyet merkezi olmuş bir cennet coğrafyada tüm bu tarihi değerler ile içi içe yaşıyoruz. Ama turizm denilince Antalya’da içki, eğlence animasyon ve plaj turizmi ile turizmi patlattığımızdan bu değerlerin var olduğu bölgeleri anlatamıyoruz. Karadağ gibi, Değle gibi yüzlerce tarihi değeri anlatamıyoruz.
Yunus Emre, Mevlana, Karabaş Veli, Mehmet Bey ve Mustafa Kemal Atatürk gibi tarihe ve kültüre yön veren dâhileri anlatamıyoruz.
Daha pek çok örneğini verebileceğimiz hazinelerimizi sergileme, tanıtma ve anlatma konusunda yok denecek kadar pasif kalıyoruz.
Çünkü sorunları işaret ettiğimiz parmağımız kırık. Adam Konya/Karaman diyormuş. Desin… O da okullarda eğitim içeriğini düzenleyenlerin ayıbı olsun. Bu ülkede haçlı kültürü ile haçlıya asker yetiştirmek büyük bir ihanettir. Okullarımızda vatana millete faydalı insanları yetiştirmek de boynumuzun borcudur.
Birileri kalkıyor, 800 metrekare, bilmem üç ton bisküvi, 300 bin adet falan diye bir şeyler yapıyor. Eller göğüste kenetli seyredenler iş bitince vay sen misin yapan. “Nedi şöle yapmadın bizimoğlan, o da öyle mi yapılır hay gardaşım, olmaz ki yani şöyle olmalı idi” gibi sesler yükseliyor.
Yarım asrı geçen gazeteciliğin verdiği alışkanlık ile her konuya ilk bakış açımız eleştirel boyutta olur. Bu işimizin bir gereği ve hatta şartıdır. Biz de gördük, fark ettik, tespit ettik… Ama bunlar böylesi bir etkinliğin mükemmel sonucu yanında nokta kadar değeri olmayan şeylerdi. Bunları bangır bangır bağırmanın alemi yok. Fikrimize değer veren, hatırımızı bilen olur da sorarsa, sonraki etkinliklerde faydası olsun kabilinden kulaklarına fısıldamak daha iyi değil midir?
Yapılıp bittikten sonra dahi kırık bir parmak ile hata göstermek komiktir. Önce o kırık parmağı bir sarıp kendi hatasını düzeltmeli insan… Gösterdiği noktada sorun yok ama kırık parmağının acısını o olayın sorunu sayıp, hadsiz konuşabiliyor.
Sonra da bas bas bağırıyoruz neden Konya/Karaman deniliyor diye.
Gözlem yapmak, izan kabiliyetini çalıştırmak elzemdir. Bizim hatalarımızın bir sebebi bu. Bir başka sebebi de haçlı 12 Eylül öncesi öyle bir mikrop attı ki içimize, hiçbir ilaç sökemiyor. Sağ ve sol diye iki kavramı hücrelerimize nakşetti adeta. Düşünce yapısından kişisel ilişkilere kadar farkında olmadan bu pis virüsün etkisinde kalıyoruz. Dilimiz, her görüşe açığım diyor ama hareketler ve kararlarımız o virüsün siyasi terazisinde tartılıyor. Zira kalibrasyonu o fikri yapımız sağlıyor.
Zaman zaman bu tür bir araya gelişler öyle büyük heyecan uyandırıyor ki aklıselim karaman evlatlarında. Bu sefer olacak diye umutlanıyoruz. Ne var ki Karaman’da yapılan projeyi Ankara’daki, Kırmahalle’de yazılanı pancardaki, çarşıda yazılanı karşıdaki önce engelliyor, kısa bire süre sonra da araklayıp kendi lehine kişisel çıkarlarına kullanıveriyor.
Sonra da Konya/Karaman…
Karaman’da değerli özel eğitim kurumları var… Onlardan rica etsek de Karaman Halkı için bir özel sınıf açsa… Adına da “BİZ” sınıfı dese. Orada biz olmayı öğreniversek.
Sonra da kırık parmağımızla her şeye dokunup da sorun burada diye feryat etmesek…