Ali ALGIN
Bahar gelip geçmiş. Yaz gelmişti.
Derviş oğlu Ali’yi sabah erkenden uyandırdı.
Ali 14 yaşında bıyıkları yeni yeni terliyordu.
-Oğlum Tabak gölü mevkisin deki buğday yolunurmuş diyorlar. Hadi bir bakalım yolunursa yolalım dedi.
At arabasına binip tarlaya vardılar.
Derviş’in gözlerin de bir umut ışığı yandı.”Yolunur oğlum ele gelir bu buğday”, dedi.
-Oğlum toprak ta insanlar gibi çeşit çeşittir. Kimi vefalı olur, kimi sıkı olur nemi salmaz.
Bu boz toprakta böyledir nemi salmaz. O yüzden buradan ekmek yeriz. Dedi.
Buğdaylar küçük kelle vermiş, her başakta sayılacak kadar tane vardı.
“Ama olsun, hiç olmazsa unluk, bulgurluk çıkar dedi” Derviş.
Günlerce elleriyle yoldular, düğen sürdüler.
Bir kaç çuval buğdayı kağnıya yükleyip, Selerek değirmeninin yolunu tutmuşlar.
Kater kater dizilen köylülerin,gün yanığı esmer tenleri,
Bu kış nasıl çıkacak diye düşünceye daldıkça, esmer yüzleri kararıyor,bir ter basıyordu..
Derviş, unu öğütüp gelmiş.
Kağnı avlunun ortasında duruyordu.
-Biraz dinleneyim çuvalları indireyim dedi, hanımına..
Tam sekide biraz soluklanacaktı ki,
Komşusu Hacı Bayram’ın evinden bir figan koptu..
-Allah Allah hayırdır. dedi, Hanımının yüzüne baktı.
Hızla çıktılar Hacı Bayramlara doğru yürüdüler.
Evden figan sesleri iyice belirginleşti..
-Vay benim yiğidim diyordu Marzıya.
-Vay benim kınalı guzum, al evlerine kara bulutlar çöktü dedi.
Derviş baktı, iki zaptiye vardı kapının önünde.
-Eyvah dedi karısı Şerife’ye,eyvah herhal oğlanın künyesi gelmiş dedi..
Avluya girdiklerinde,
Hacı Bayram dizlerinin üzerine çökmüş, fesi yere düşmüş, ellerini yüzüne kapamış inliyordu.
Marzıya ananın feryatları sanki Karadağ’dan yankılanıyordu.
Ahmed’im, Ahmed’im diyordu.
Ahmed’in ellerinin kınası daha çıkmayan karısı Ayşe dizlerine vuruyor.
“Vay yiğidim böylemi olacaktı” diye ağıtlar yakıyordu...
Ahmed’in küçük kardeşi Mehmet sesiz sessiz ağlıyor..
İçinden “Ağam yiğit ağam keşke ben asker olsaydım,yerine ben şehit olsaydım” diyordu..
Daha 13 yaşındaki Ahmed’in kız kardeşi Alime,elleri titreyerek,hıçkıra hıçkıra ağlıyordu..
Derviş in oğlu Ali, yaşıtı Alime’yi öyle görünce dayanamadı. O da ağlamaya başladı.
Dışarı çıktı kapının önüne oturdu.Herkes ağlıyordu..
Anadolu ağlıyordu.bitkin ve yorgun Anadolu her yiğidi toprağa düştükçe ağlıyordu..
Dağları,taşları gamlı Anadolu..
Zaman acıları hafifletir derler ya.Bilemeyiz.
Marzıya ananın,Hacı Bayram’ın acısını hafifletti mi?
Nice eli kınalı gelinler karalar giydi,nice yiğitler toprağa düştü..
Savaşlar..Savaşlar yıllarca sürdü.Dünya devletlerinin Türk’ün üzerine çullandığı yetmezmiş gibi,
Bir de kıtlık ve yokluk çullanmıştı Türkün kara bahtına..
Ölümler, hastalıklar çoğalmış. Verem illeti yayılıyordu.
Velhasıl Anadolu ağlıyordu..
İnsanoğlu, her kışın bir umut ekermiş bahara,
Baharda yeşermesini bekler, yazın yine ümitlerini harman edermiş.
Bahara umut ekerken, atını, öküzünü o ektiği ümitlere ortak eder.
O yüzden onları da beslemek zorundadır.
Saman bitmiş, Dağlar da ot yok.
Kevenin dikenlerini ateşe tutup (Keven ütme) hayvanlara veriyorlardı.
Bir çok insan toprak damları açıp,damdaki sarı samanları hayvanlara yediriyorlardı..
Balkan faciası yaşanmış ,gelen mültecilere yeni mülteciler ekleniyordu..
Osmanlı,bazı köylerin yaylalarına Kafkas ve balkan göçmenleri yerleştiriyordu..
Yorgun topraklar biraz daha küçülüyor. Meralar daha da daralıyordu.
Karadağ’ın eteklerine de bir göçmen köyü yerleşime açılmıştı.
Devam edecek..