Savaşanların hepsi, savaş üzerine söylediği sözlerden daha fazlasını barış üzerine söyleyebiliyor.
Savaştan gelip salondaki barış konferansına katılanın konuşmasını dinleseniz adamın savaştan geldiğini söyleseler inanamazsınız.
Savaş, kahramanlık, yiğitlik, güç, kudret üzerine gelmiş geçmiş yazarların zirvesindeki, Şehname yazarı Firdevsi-i Tusi, gece tuvalete gitmekten korkan bir adammış.
Barıştan korkan insanlar var dünyamızda.
Serveti veya saltanatı, savaştan besleniyorsa o, barış düşmanıdır ama barış üzerine en güzel cümleleri o kurar.
Günümüzü konuşacak ama dersine çalışmadığından, “Efendim, bu konuyu anlamak için geriye gitmek lazım” der ve okulda okuduğu taraflı görüşleri anlatarak konuyu zaman darlığından anlatamadığını anlatmamaya çalışır.
Okuduğu okul veya kitaplardan edindiği sosyal veya siyasal görüşlülerin, kendi ülkesi için yazdığı çözümleri, bu ülke için çözüm zanneder.
Antrenmanda futbolcular, geçmiş futbolcuların örnek alınacak vuruşları üzerine çalışabilirler ama, futbolu oynarken “Bu durumda Pele nasıl vururdu” diye düşününceye kadar top, birkaç futbolcunun ayağına dokunmuş olur.
Biz, kendi zamanımızdan sorumluyuz.
Bu zamanın delisini de velisini de bilmemiz ve ona göre davranmamız gerekir.
“Eller iyisi, dağlar delisi” insanlara aldanmamaya dikkat etmeli.
Geçmişin iyi insanlarına Allah rahmet eylesin, geleceklere de selam olsun.
Ama biz bu günlük görevimizi yerine getirirsek geçmişimize rahmet, geleceğimize hizmet etmiş oluruz.
Şu anda Ankara’da, Filistin’de, Diyarbakır’da, Kerkük’te, Kobani’de, Şam’da, Urumçi’de, Arakan’da… neyi nasıl yapacağımızı dert edinirsek, derman kesinlikle bizi bulur.
Savaşçılar ve barışçılar, müezzinleri dinleyiniz.
Müezzinler, günde beş vakit ezanla, bütün insanlığı, adama değil, bütün sekiz milyar insanı, adamları teker teker bu dünyaya getiren ve teker teker götürene davet ediyor.
İşte işin aslı, esası bu.
Hiçbir insanın Trump kriterlerine, Putin kriterlerine, Şi kriterlerine bağlanmak mecburiyeti yok.
Bütün bunları yaratan, yaşatan, ihtiyarlaştıran, akıl veren, aklını alan Allah’ın hükmüne boyun eğmeye çağırıyor.
Geçmişten bahsetmiyorum.
Bugün, Büyük Millet Meclisi’nde milletvekili olan ve olmayan bütün partiler, Kobani’ye gitsinler ve bir gün içinde beş vakitte, Cuma günü öğle vaktinde, her parti izinden gittiği liderinin adını mahalli radyo ve televizyonla söylese ve “filan yerde toplanın” dese, Müezzin de “Haydin namaza, haydin kurtuluşa” dese, Türk’ü, Kürt’ü, Arap’ı, Acem’i, camide birleşirler, safta omuz omuza verirler, “Allahü Ekber/En büyük Allah’tır” diyerek imama uyarak namazlarını kılarlar.
1 Ocak Çarşamba günü, aynı zamanda üç ayların başlangıcı olan Receb ayının da birinci günüdür.
Kaynaşmaların, yardımlaşmaların, dayanışmaların muhabbet kazanını kaynatma günleridir.
Ramazan ayına iki ay kalmış oluyor.
Ramazan ayında anlayacağız, bizi birleştirenin ne olduğunu.
Gün batınca, akşam olunca Kürt’ün, Türk’ün, Acem’in, Arap’ın kulağı kendi liderinde değil, Ezan-ı Muhammedi’de olacaktır.
İzinden gittiği lideri, ezandan beş dakika önce “Boz orucunu” dese ölür ama bozmaz.
O, Şeriata bağlıdır, adama değil.
İsterseniz bu Cuma günü namaza gittiğinizde sağınıza, solunuza, önünüze baktıktan sonra oturunuz yerinize ve gördükleriniz arasında sizin partiye, derneğe, lobiye, locaya, kulübe… üye olmayan da namaz için gelmiş.
Şeriatın ana kitabı Kur’an-i Kerim’in bir tek emrinin yerine gelmesiyle bir tek emrin bizi nasıl aynı safa dizdiğini, “barış” kelimesini kullanmadan nasıl barıştırdığını, kendini büyük sayanların hepsinin öldüğünü veya öleceğini ama ölmeyen ve en büyük olan Allah celle celalühün huzurunda bu kibirli başı yola getirmek için yere/secdeye baş koyduğumuzu düşünelim.
Hem kendimizle barıştığımızı, hem düşman sandıklarımızın dost olduğunu, bize emirler ve yasaklar koyarak bizim hem bu dünyamızı hem ahiretimizi cehenneme çevirenlerin asıl düşman olduğunu anlamış oluruz.
Zemaniyim, zemaniyim zemani
Selamiyim, ben olamam Zebani