Anne
18, baba 19 yaşında evlenseler, bir yıl sonra çocukları olduğunda annenin yaşı
ile çocuğun yaşı arasındaki 19 sene hiçbir zaman kapanmaz.
Çocuk
kırk yaşına gelir, anne elli dokuz olur, kırk yaşındaki çocuğu dışarı çıkarken
ceketini giymesini söylemeyi ihmal etmez.
Çocuk
doğduğunda annenin yaşı çocuğun yaşının on dokuz katı idi. Şimdi ise bir buçuk
katı olmuştur ama anne ve babanın bunu fark edememesi onların rahatsızlığının
işaretidir.
Ağustos’ta
bile üşüyen baba ve anne, beş yaşındaki torununun sırtındaki tişörtün üstüne
kalın bir şey giydirilmesini ister.
İşte
aynı hastalık nedeniyle günümüz yaşlıları, çocuklarını kendine
uyduramadıklarından Z kuşağı, Z çocukları gibi yakıştırmalarla çağdaş bir ifade
icat ettiklerini zannettiler.
Her
dönemin hastalıklı insanları bu türden yakıştırmalar yapmışlardır.
Merkezde
kendileri var, çocuklar veya halk, onun etrafında daire olmak zorunda olma
hissiyle, histerik duygular alaborasına kapılırlar.
Bilek
güreşinde kaybettiğine üzülmez de akıl güreşinde yenilmediğini ispat için bu
tür yakıştırmalar yaparlar.
Fırlatma,
zamane çocuğu, büyüyüp de küçülmüş, anasının gözü gibi laf-ü güzafların
günümüzde Z iskeletiyle piyasaya sürülmüş halidir.
A
kuşağı, B kuşağı, Z kuşağı diye adlandırmalar, çok çok gerici bir adlandırmanın
Z kuşağı olarak hortlamasıdır.
Geçen
senelerde Ramazan ayında ayrı günlerde
Sultanahmet, Kadıköy, Osman Bey, Taksim ve Beyoğlu’nda birer gün gezi yapardım.
Geçen
sene ve bu sene 65 yaş yasağı nedeniyle gezemedim ama okurumun biri Beyoğlu
hakkında bana mesaj atmış ve iftar saatinde lokantalarda ve diğer yiyecek
maddesi hazırlayan dönerci, ciğerci, fast foodcularda iftar saatini bekleyen
insanlarımızın sayısı, caddede gezenlerden fazla olduğunu ve kıyafet, ziynet
teşhir yeri gibi olduğunu yazmış.
İnsanlığımız
değişmez.
At
üzerinde eli kırbaçlı ağa, marabalarına nasıl davranırsa, bir gün o ağa köyünü
satar, şehre gelir ve işyeri kurduğunda arabaya biner arabanın arkasına “…Para
bende” diye yazar ve işçilerine yine ağalığını yapar ama şekli değişik olur.
Bir
gün gelir 15 saatlik uçak yolculuğuna katlanamam diyerek ışınlama kabinlerine
girerek bir göz açıp kapayıncaya kadar dünyanın öbür ucundaki yere varsa da
insan insandır.
Yediği
topraktan gelmeye devam edecektir.
Sanallar
kapitalistlerin vurgunudur gelir ve geçer gider.
Biz,
insanlar bize benzemediği için onlara ad takıyoruz ki, kendimizi temize
çıkaralım.
İnsanlara
ad takma yetkisi insanı yaratana aittir.
İnsanları,
mümin, kâfir ve münafık diye üçe ayırmış.
Her
kâfir ve münafığın iman ve tevbe ile mümin olma yolunun son nefese kadar açık
olduğunu da bildirmiş. Ümitsizlik yok.
Bizi
yaratan Rabbimiz de hepimizin bir baba ve anadan meydana geldiğini, renk, ırk,
dil, bölge, makam, mal, rütbe, şöhret farkıyla üstünlük sağlanamayacağını haber
vermiş.
Üstünlüğü
sağlama yolunun Allah’a kulluktan geçtiğini ve takvada ileri olanın Allah katında
ileri olduğunu haber vermiş.
Allah
katındaki bu üstünlüğün kimde olduğunu da biz bilemeyiz, onu yalnız Allah
bilir.
Kendisinin
takvalı olduğunu ileri sürerek ayrıcalık isteyen kişinin, takva sahibi
olamadığını iyi biliniz.
Çocuklarımız
bize uymak zorunda değiller.
Onlar
da biz de bizi yaratan Allah celle celalühün indirdiği Kur’an-ı Kerim’e,
Sevgili Peygamberimiz Muhammed Mustafa Sallallahü aleyhi ve sellemin anladığı
ve uyguladığı şekilde uymakla görevliyiz.
Bu
uyumu sağladıktan sonra, İslam dinine aykırı olmayan çağdaş her şeye açık
olunuz.