Mahmut TOPTAŞ
İlgi alanımızın dışında olan bir makale veya kitabı anlamak için o sahanın uzmanından yardım ister ve onun açıklamalarını kabul ederiz.
Kıyamete kadar gelecek insanların ihtiyaçlarını açıklamak üzere indirilen kitabın da anlaşılması için ilk müracaat edilecek insanın, sevgili peygamberimiz olduğunu Kuran bize haber veriyor ve şöyle buyuruyor:
“ (Biz, o rasülleri) deliller ve kitaplarla(gönderdik), onlara ne indirildiğini in¬sanlara açıklayasın diye sana da zikri (Kur'an'ı) indirdik. Ta ki iyice düşünsünler.” (Nahl 44)
İbni Haldun, “Kur’an’daki mücmel ve müşkil ifadeleri bize açıklayan, Allah Rasülüdür” diyerek Hz. Peygamberi devreden çıkarmak isteyenlere Kur’an ayetini hatırlatıyor. (Mukaddime, Bölüm 6, Fasıl 5)
Üç harften meydana gelen “Gül” kelimesi bize dikenler arasında gülümseyen çiçeği hatırlatır.
Yine üç harften meydana gelen “Bal” kelimesi de Allah’ın bize arıların ağzından hediye ettiği tatlıyı hatırlatır.
“Gül” kelimesi sözdür. Hatırlattığı şey manadır.
“Bal” kelimesi de bize tatlı bir yiyeceği hatırlatır ama; hiçbir zaman “Bal” demekle ağız tatlanmaz.
Mehmet Akif merhumda:
“Sâde bir “bal” deyivermekle ağız tatlansa,
Arı uçmuş diye, kaçmış diye hiç çekme tasa.” (Safahat- Asım) derken, dikkatimizi kelimenin ve mananın ötesinde asıl arzu edilene çeker. O da, güzel koku ve tattır.
“Bal” ve “Gül” kelimeleri tatlı bir yiyeceği ve güzel kokulu çiçeği hatırlatır.
Hatırlanan manadır. Ama hedefimiz yalnız manayı bilmek değil, tatmak, çiçeği görmek değil, koklamaktır.
Mevlâna:
“Senin mana dediğin ve mana sandığın da suretten ibarettir ve iğretidir. Sen kendi uygun gördüğünle mutlu oluyorsun” ( Tahir-ül- Mevlevi beyit 4696)
“Mana seni senden alan ve nakışa bağlanmaktan kurtaran bir ilahi yardımdır.” (Tahir-ül- Mevlevi 4697)
İbni Haldun, “İlmi Kelâm” başlığı altında, İmanı kamili tarif ederken, tevhidde kemale ermenin, yalnız dille ikrar edip, kalple tasdik olmadığını, o imanın, inanmış insanın sıfatı haline gelmesi gerektiğini, Allaha itaat edip, isyan edemez hale gelmesi gerektiğini anlatır.(Mukaddime, Bölüm 6, Fasıl 10
İnsan, fotoğraf makinası gibi değildir. Bin tane fotoğraf makinasını bir manzaraya aynı açıdan yöneltseniz fotoğraflar aynı çıkar.
İnsana gelince iki insan aynı delikten aynı şeye baksalar yorumları ve verdikleri mana ayrı olur.
Yedi milyar insanın algılaması da parmak çizgileri gibi ayrıdır. Aynı dili konuşan milyonlarca insan çiçek veya çocuk kelimesini bilirler, manasını da anlarlar ama algılamaları ayrı ayrı olur.
“Enel hak” sözü Mansur Hallacın dudağında nur idi. “Ene Rabbüküm-l- a’la” ibaresi Firavunun dudağında yalan ve iftira idi” (Tahir-ül- Mevlevi. 4288)
Hallacı Mansur ile Firavun’un söylediği, manada bir gibi ama birinde nur birinde kir oluyor.
“Musa’nın elindeki asa, onun hak peygamber olduğuna şahit idi. Ona karşı çıkan sihirbazların değnekleri ise yalancı şahit olmuştu” (Tahir-ül- Mevlevi 4289)
Sözler söyleyenine göre anlam kazandığı gibi değneklerde tutanına göre anlam kazanıyor.
Işığın hızı saniyede üç yüz bin kilometredir. Peki ya karanlığın hızı nedir? Onunkisi de aynıdır. Bir yerden nur ne kadar zamanda çekilirse, kir ve karanlık aynı zamanda yerleşir.
Gönül sarayına Kur’an ayetlerini ampul gibi asarsak, şeytanın vesveseleri girecek yer bulamadığı gibi, yarasalar gibi kaçar.