Mahmut TOPTAŞ
Hz. Ali: “Söylenene bak, söyleyene değil” demiş.
Biz, önce söylenen söze bakacağız. Doğruysa alacağız. Yanlışsa atacağız ama yanlış sözden dahi ibret alacağız.
İçtiğimiz suyun kaynağına baktığımız gibi sözü söyleyene de bakacağız. Temiz suyun çeşmesini de güzel yapmış atalarımız. Güzel sözün çıktığı yer de güzel olmalı. Çirkinse güzelleştirmeli.
Güzel peynir, domuz derisine basılır ve oradan sofraya gelirse, mi’de bulandırdığı gibi güzel sözler de güzel ağızlardan alınmalı.
İngiliz düşünürü filan diyor ki ... diye bir güzel cümle naklediyor. Aynı cümlenin aslı sevgili peygamberimize aitse biz, peygamberimizin sözü olarak nakletmemiz gerekir. Bu durum bilime de uygundur. Çünkü sözün ilk söyleyeni kaynak olur. Peygamberimizi kaynak olarak gösterirsek, billûr kadehten tatlı su içmek gibi olur.
Peygamberimizi değilde İngiliz’i gösterirken kirli, kırık çanaktan tatlı su içmek gibi olur.
Söylenene ve söyleyene baktıktan sonra birde söyletene bakacağız.
Kartondan hacıvatla karagöz birbirlerine her ne söylerlerse söylesinler biz o kartona kızmayacağız veya kartonu sevmeyeceğiz.
Söz güzelse kartonu oynatıp konuşturanı seveceğiz, söz çirkinse kartonun iplerini elinde tutana kızacağız.
Kuklalara kızılmaz. Kuklanın ipini çeken kuklacıdan kurtarılmalı. “Pisboğaz”ını doldurabilmek için “Boşboğazlık” edenlere kızmak yerine acımak lazım.
Atalarımız “Taş atana değil, taşı attırana bak” “Söyleyene değil söyletene bak” demişler.
Günümüzde herkes birbirlerinin ağzıyla konuşuyor.
Fısıldayıcı suflör görüldüğü yok.
Ben parti sözcülerine çok acırım.
Bu gün basına bir açıklama yapıyor, ikinci gün duruma göre dünkü söylediğinin tam aksini söylüyor.
“Ak” dediğine “kara” diyor. Üçüncü gün “kırmızı” diyor. Haklıyı haksız gösterme görevini üslenerek lafla siyaset gemisini yürütmeye çalışıyor ama karaya tosluyor.
Biz de insanız. İki kulağımız olduğuna göre gelen sese kulak vereceğiz. İki defa dinleyip bir dille konuşacak veya yazacağız. Burada bizim dikkat edeceğimiz şey, şeytanın veya şeytanlaşmış insanların fısıltısını dillendirmeyeceğiz. Kulağımızı onların ağzına megafon gibi dayayıp ağzımızı mikrofon gibi kullandırtmayacağız.
Bize iki kulak veren Allah’ın vahyine kulak vereceğiz. Onun kelâmını söyleyeceğiz.
“Maval” okumak yerine “Meal” okuyacağız. Nefesimizi tükeninceye kadar, dilimizde tüy bitinceye kadar, ağız değiştirmeden, doğruları eveleyip gevelemeden söylemeye devam edeceğiz. Ama sözümüzün kaynağı Kur’ansa, Kur’andaki yerini, hadis ise, hadis kitaplarındaki yerini göstereceğiz.
Ondan sonra inkara kalkanı Rabbimizle baş başa bırakacağız.
Hz. Musa : “Allah’ım bunlar beni yalanlıyorlar bunları dilini kes” demiş. Rabbimiz: “Beni yalanlıyorlar kesmiyorum da seni yalanlayınca mı keseceğim “ demiş diye bir şey anlatılır. Belki aslı olmayabilir ama Rabbimiz En’am suresinin 33 ncü ayetinde: “Biz biliyoruz ki onların söyledikleri seni üzüyor. Onlar seni yalanlamıyorlar ancak zalimler, Allah’ın ayetlerini inkar ediyorlar” buyurur.
Biz, bizi yalanlayanlara, bize kızanlara, hakaret edenlere kızmayacağız. Ama bize kızmalarının sebebi Müslüman olmamız ise işte o zaman üzülürüz. Üzülmemiz de kendimiz için veya dinimiz için değildir. İman etmemenin cezasının çok ağır olduğunu bildiğimizden onlar içindir.