İki arkadaştılar. Türkiye şartlarında orta bir hayat yaşayıp gidiyorlardı.
İkisinin de evi vardı ama Boğaz’da yalıları yoktu.
İkisinin de arabası vardı ama yatları yoktu.
İki arkadaştan biri yalıya, yata sahip olmak için işi değiştirmek, siyasilere ve güç odaklarına yakın olmak istedi.
Öbürü bu halinden memnundu. Çünkü babası onu İstanbul’a gönderirken haram yemeyeceği konusunda söz almıştı.
Ortaklıktan ayrıldılar.
Şarabın sarhoşluğunu tatmayan bu adam, servetin sarhoşluğunu tatmak için servetin, siyasetin ve mafyanın şeytan üçgenine balıklamasına daldı.
Har vurdu harman savurdu.
Ayıldığında kendini hapishanede buldu.
Elinde avucunda hiçbir şey kalmamıştı.
Öbür arkadaşı helalindan kazandığı alın teri parasıyla eski arkadaşının çocuklarına yardım elini uzatıyordu.
Hapishanedekinin de çok iyi bir dervişe dönüştüğü söylenir.
Bu anlattığım çağdaş bir hikaye.
Şimdi size çağlar öncesinden miladi 922 yılında yaşamış bir kaptanın deniz maceralarından bir hikayeyi kısaltarak anlatayım:
922 yılında Umman’da Kambula’ya gitmek üzere yola çıkan bir gemi, fırtınaya tutulur ve günler sonra Zenc kıyılarında bilmedikleri Sofala’ya sürüklenirler.
İnsan eti yiyen yamyamlar etraflarını çevirirler.
Onları Krallarının yanına götürürler.
Gemidekiler, Krala yalan söyleseler de Kral, bunlara çok iyi davranır. Mallarını satabileceklerini söyler.
Gemidekiler, iyi bir alış-veriş yaptıktan ve de dinlendikten sonra gitmeye karar verirler.
Kral, onları uğurlamak için deniz kenarına kadar gelir.
Onlar da Kıralı gemiye davet ederler.
Kral gemiye çıkınca gemiyi hareket ettirirler ve kralı ve yedi adamını kaçırırlar.
Kralı, Umman’da köle olarak satarlar.
Aradan yıllar geçer, gemiciler yine Umman’dan sefere çıkarlar ve yine bir fırtına onları Zenc kıyılarına sürükler.
Yıllar önce sürüklendikleri yere varırlar.
Yamyam dedikleri adamlar nazikçe bunları yakalayıp kralın huzuruna götürürler.
Bir de bakarlar ki, bu kral, o köle diye sattıkları kral.
Başlarını öne eğip cezalarını beklerken kral durumu anlatır:
Umman’da beni satın alan adam, beni Basra’daki birine sattı.
O adam bana Namazı, Orucu, Kur’an’ı öğretti.
O da beni Bağdat’taki birine sattı.
Bağdat’ta ben Kur’an’ı daha iyi öğrendim. Arapçayı öğrendim.
Horasan’dan gelip Hacca gidenlerle Hacca gitmek için kaçtım.
Onlarla Mekke’ye geldim.
Haccımı yaptıktan sonra Mısır kafilesine katıldım ve ben ülkeme geri geldim.
Halkım beni yıllar sonra görünce sevindiler.
Ben de onlara Müslüman olmalarını teklif ettim, kabul ettiler.
Tek isteğim, Bağdat’ta beni satın alan adama borcumu ödemektir.
Benim bu dinle tanışmama sebep olduğunuz için sizi afvediyorum.
Siz, dürüst bir adam olsaydınız size para verip, Bağdat’taki adama borcumu on katıyla ödemek isterdim” demiş. (Büzürg b. Şehriyar, Harikalar Diyarı Hind, s: 55-60, İnkılab Basım Yayım, 2009 İstanbul)
İflas ettim diye, isyan etmeyin.
Köşeyi döndüm diye, şımarmayın.
Milletvekili olamadım diye üzülmeyin.
Terfi edemedim diye kahırlanmayın.
Sürgüne gönderildim diye sızlanmayın.
En yükseğe çıktım diye havalanmayın.
Bulunduğunuz yerin meşru olarak hakkını verin.
Geri kalanına karışmayın.
Rabbimiz buyurur:
كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ وَهُوَ كُرْهٌ لَكُمْ وَعَسَى أَنْ تَكْرَهُوا شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ وَعَسَى أَنْ تُحِبُّوا شَيْئًا وَهُوَ شَرٌّ لَكُمْ وَاللَّهُ يَعْلَمُ وَأَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ
“Hoşunuza gitmediği halde savaş size farz kılındı. Olur ki, hoşunuza gitmeyen şey sizin için hayırdır ve yine olur ki, sevdiğiniz şey sizin için şer olur. Allah bilir siz bilmezsiniz.” (Bakara süresi ayet 2/216)