Kaside-i Bürde sahibi Ka’b bin Züheyr’i,
“Dilim, kusursuz kılıç gibidir,
Gönül denizimi hiçbir kova bulandıramaz” diyen Hassan bin Sabit’i, Mehmet Akif Ersoy ve çağdaşı Mısırlı Ahmed Şevkıy’i, Pakistanlı Muhammed İkbal ve çağımızda yaşayan, imanlı, edepli, vicdanlı şairlerden eserleriyle tanıyabildiklerimin hepsini severim.
Birilerine yağcılık yapmak, birilerine de karalama yapmak için dilini ve kalemini çirkefe bulaştıran edepsizleri, edebiyatçı saymam.
Bir yemek piştiğini görse bana da gönderirler diye ekmeğini hazırlayan,
Bir cenaze görse “Malını bana vasiyet etmiştir” diyen,
Bir düğün şenliği görse yanılır da gelini benim eve getirirler diye evde bekleyen asalağın biri, bir gün bir grup insanı toplu halde giderlerken görür.
Yemeğe gidiyorlardır diyerek arkalarına düşer.
Padişahın huzuruna çıkarlar. Hepsi şairmiş.
Şairler, şiirlerini okumuşlar, ödüllerini almışlar, sıra asalağa gelmiş.
Asalağa “Sen de oku” demişler.
“Ben şair değilim” demiş.
“Öyle ise sen niçin geldin?”
Asalak: “Cenab-ı Hak:
Şairlere de azgınlar uyar.
Görmedin mi? Onlar, her vadide şaşkın dolaşırlar.
Onlar, yapmadıklarını söylerler.”
Ancak iman eden, amel-i salih işleyen, Allah'ı çokça zikreden ve kendilerine zulmedildikten sonra galip gelmeye çalışan (şairler)lar müstesna. Zulmedenler de yakında nasıl bir devrimle devrileceklerini bilecekler.” (Şuara Sûresi, ayet 26/224-227)
“Şairlere azgınlar uyar” buyurmuş, işte ben onlara uyanlardanım” demiş.
Cevap padişahın hoşuna gider ve şairlere verdiği hediyeden asalağa da verir. (Külliyat-ı Letaif, Faik Reşat, Kitabevi 1995 s. 453)
Dünyanın en değerli müzesi olan Topkapı Sarayı’nda şerefle muhafaza edilen, Peygamberimiz’in hırkası “Kaside-i Bürde” yazarı şair Ka’b b. Züheyre (r.a.) hediye edilen Hırka-i Şerif’tir.
Şuara Sûresi’nde 224-227’nci ayetlerde şairlerin yalancı olanlarına, her vadide şaşkın şaşkın dolaşanlarına uymamamız gerektiğini bize öğretir.
Biz çağımızda mazlumlara mersiye, zalimlere methiye yazanları gördük.
Ayçiçeğinin, güneşin hareketine göre başını çevirdiği gibi, nice şair ve yazarlarımızın para ve güç karşısında insanlıklarını yitirdiğini de gördük.
Rabbimiz, şairlerin iman edenlerini, işlerini en güzel şekilde yapanlarını Şuara/şairler Sûresi’nde övüyor.
Şair sahabe Abdullah b. Ravaha (r.a.) için Peygamberimiz:
“Kardeşiniz müstehcen/yakışıksız söz söylemez” buyurmuş. (Buhari, Sahih, K. Teheccüd bab 19)
Hassan b. Sabit’in yazdığı şiirleri camide okutmuş.
Mehmet Akif Ersoy merhum, öğretmenler için:
“Muallimim, diyen olmak gerektir imanlı
Edepli sonra liyakatli, sonra vicdanlı” dediği gibi şairlerin de imanlı, edepli, vicdanlı ve liyakatli olması gerekir.
Arapçada sevgilinin zülfünün bir teline şa’r denir.
Şin, ayın ve ra harflerinden meydana gelen şin harfini üstünle okursanız şar zülfünün teli olur. Esre ile i getirirseniz şiir olur.
Şair, kılı kırk yaran, kırk parçadan bir beyit ören adamdır.
Arapçada “beyit” ev anlamındadır.
Şairin birinin evi yanmış, çok önem verdiği bir beyitlik şiiri de yanmış. “Keşke beyitim (şiirim) yanacağına beytim (evim) yansaydı” demiş.
Yahya Kemal, okuduğu bir beyit için, “Selimiye Camisi’ni yapmak kadar zordur böyle bir beyit söylemek” demiş.
Yahya Kemal’e nispet edilen bu söz belki de Koca Rağıp Paşa’nın:
“Eğer maksut eserse mısra-ı berceste kâfidir.
Acep hayretteyim ben seddi İskender hususunda.”
Yani: “Eğer gaye, hedef bir eser meydana getirmekse, mısra-ı berceste/güzel bir mısra bile yeterli.
Çünkü İskender’in yaptığı o ünlü seddin yerinde yeller eser” sözünden ilhamla söylenmiş olabilir.
Şiirin şelale gibi akanını, gül yapraklarına çiy damlaları bırakan seher yeli gibi serinletenini, volkan gibi fışkırıp yakanını severim.
Hoyrat bir elin mızrabı eline alıp saz aleti olan “kanun”un tellerini kırdığı gibi, ehil olmayanlara yönetimin telleri olan kanun teslim edilirse ülke kanununun çok telinin kırılacağını şair:
“Çok tel kırılır sine-i Kanun-ı cihanda
Nâ ehline mızrab-ı tasarruf verilirse” diyerek çok güzel ifade edivermiş.
Denizler kadar geniş ruh dünyamızdan akan söz ırmağının kaynağı Rahman’ın rahmet damlalarıyla beslenirse o sözler gönüllerden gönüllere kelime şebekeleriyle sürekli akar.
Yeryüzünde paranın sözü geçer ama gönül diyarında onu tanıyan olmaz.
Onun için Allah (c.c.):
Onların (Evs ile Hazrec kabilelerinin) gönüllerini birleştirdi. Eğer sen yeryüzündekilerin hepsini harcasaydın onların gönüllerini birleştiremezdin. Fakat Allah, onların arasını birleştirdi. Şüphesiz O, Aziz'dir, Hakim'dir.” (Enfal Sûresi, ayet 8/63)
Duada
Musa aleyhisselam duasında:
"Dilimden düğümü çöz."
Ki sözümü anlasınlar." Buyurur. (Ta-Ha Sûresi ayet 20/27-28)
Korku, kişinin dilini bağlar.
Bir meydanda veya kapalı bir yerde konuşuyorsunuz. En güzel manaları en güzel kelimelerle dile kolay, kulağa hoş gelecek ve anlaşılmasında zorluk çekilmeyecek kelime ve cümlelerle aktarmak için beyninizin bütün hücrelerini harekete geçiriyorsunuz.
Kevser ırmağına kaynayan bir şelale gibi kelimeler ağzınızdan dökülürken zihninizi bir de, “Acaba bu kelime filan maddeye dokunur mu? Filanı yaralar mı? Filanların en hassas noktası burası, burayı es geçeyim” gibi şeylerle meşgul olursa dilde düğümlenme meydana gelir.
Profesörlerimizin çoğunluğunun konuşurken “eeeeee şey, ııııııı yani” diye konuşmalarının sebebi o anda belaların altından geçiyor da ondan.
Kendine, makamına, ünvanına zarar gelmesin diye.
Kırlangıca sormuşlar, “Niçin hep uçarken aşağıdan yukarıdan sağdan soldan uçuyorsun? Doğru uçmuyorsun?” demişler. “Belanın, atmacanın altından üstünden sağından solundan uçuyorum” demiş.
Bir de konuşurken veya yazarken kendini patronunun sevdiklerini sevmek, sövdüklerine sövmek mecburiyetinde hissederse dilde ve kalemde düğümlenme meydana gelir.
Yazı veya konuşma boyunca zikzaklar çizer.
Rabbimizden dilimizin bağını çözmesini isteyeceğiz.
Yani hiçbir kimseden korkmadan, birilerinin nefretinin ve muhabbetinin hesabını yapmadan, yalnız ve yalnız gerçekleri en güzel şekilde en uygun zaman ve mekânında söylemeye çalışacağız ama muhataplarımızın anlayışını da gözeteceğiz.
Neyi, nasıl ve niçin söylediğimiz önemli ama söylediğimizin nasıl anlaşıldığı daha da önemli.
Konuşmacılar, “Ben o gün o konuşmada sizin anladığınızı kastetmemiştim” diyor.
Genellikle siyasilerimizde görürüz bunu. İyi niyetli hatipler konuşmanın özü, sözü, zamanı ve mekânına dikkat ederken dinleyenlerin kültür yapısını da dikkate alarak, nasıl anlaşılabileceğine dikkat etmeli ve doğru anlaşılmasını sağlamalı.