ORTA YOL
Mahmut TOPTAŞ
Bu dünya üzerinde dünya ile beraber dönüyoruz. Değirmen taşının üzerindeki karınca gibiyiz.
Dünya, Rabbin belirlediği yörüngede yüzüp duruyor. Ama biz bu dönen dünya üzerinde dilersek Ka’be’ye, dilersek kahpeye gidebiliyoruz.
Buda gösteriyor ki Rabbin külli iradesinin dışına çıkmamız mümkin değil, ama onun yarattığı evrende onun koyduğu kurallar içinde bizimde isteme, seçme ve yapma özgürlüğümüz var.
Mu’tezilenin dediği gibi “Kul fiilinin halikı” olsa o zaman gökyüzündeki ay’ı top gibi oynamamız, halter şampiyonasında isteyen istediği kiloyu kaldırabilmesi gerekirdi. Hiçbir kimse ihtiyarlamak istemediğine göre ihtiyarlamazdı.
Mu’tezili fikirlere karşı Mevlana:
“Nakış, nakkaşın ve kalemin karşısında, ana karnındaki çocuk gibi aciz ve bağımlı kalır.” (Tahir-ül-Mevlevi beyit no 609)
“Kudreti ilahiye karşısında bütün yaratıkların hali nakış iğnesi önündeki gergefin hali gibidir.” (T.M. 610)
“Nakış işleyen, yaptığı nakışları bazan insan, bazan şeytan, bazan neşe veren bir manzara, bazan üzücü bir facia olmak üzere yapar.” (T.M. 611)
“Nakşın eli yok ki savunabilsin. Konuşmaya gücü yok ki, zararını faydasını söylesin.” (T.M. 612)
“Son beytin tefsirini Kur’an’dan oku ki Cenabı Hak: “Vema rameyte iz rameyte” buyurmuş.” (T.M. 613)
Enfal suresinin 17 inci ayetinde Bedir harbini anlatırken “(Bedir’de ) onları siz öldürmediniz, lakin onları Allah öldürdü. Attığında sen atmadın, lakin Allah attı” buyurmuş.
“Eğer biz oku fırlatırsak o atış bizden değildir. Biz yay gibiyiz ki atanı Hud’adır” (T.M. 614)
Yukarıda geçen ayet ve Mevlana’nın sözlerinden Cebir kokusu gelir gibi. Yani Allah dilediğini kafir yapar dilediğini mü’min yapar. Dilediğini kuvvetli, dilediğini zayıf, dilediğini iyi, dilediğini kötü yapar. Bizim hiçbir şeye gücümüz yetmez gibi bir Cebriyye anlayışı çıkar. Ancak Mevlana devam ediyor:
“Bu söylenilen sözler Cebir değil, Cebbar ismi ilahisinin manasıdır. Cebbarlığın zikri ona tazarru ve niyaz içindir.” (T.M. 615)
“Bizim ağlayıp inleyişlerimiz Cebriliğin delilidir. Yaptığımız, yahut yapamadığımız bir şeyden utanmamız ihtiyar alametidir.” (T.M. 616)
“Eğer bir insanda ihtiyar/seçme ve isteme yoksa bu sıkılma nedendir. Bu üzüntü ve utanma, bu haya neden ileri geliyor.?” (T.M. 617)
Ağlayıp inleyişlerimiz, Cebbar Rabbimizin hükmü karşısında bir şey yapamadığımızı gösterirken yapmamız gerekeni yapmadığımızda utanıyoruz. Utanma hissini veren Allah, onun içinde kural koymuş. Yapamayacağımız şeylerden dolayı utanmıyoruz. Bir halterci bir tonu kaldıramadığı için utanmaz. Ama kendi kilosundaki haltercinin kendisinden bir kilo fazla kaldırması ve kendisinin kaldıramaması durumunda utanır, ezilir.
Buda gösteriyor ki biz, irade-i cüziyyemizi kullanmakta hürüz ve burada Cebrilerden ayrılıyoruz.
“Ustaların çıraklarını azarlaması, akıllarının bazı kimselere tedbir değiştirmesi nedendir” (T.M. 618)
İnsanın seçme ve isteme hakkı olmasaydı, usta çırağını yanlış yaptığında niçin azarlasın. Cebrilere göre o yanlışı çırak yapmıyor, Allah yapıyor. O zaman bizim yanlışlarımızdan dolayı Allah bizi niçin cezalandırsın?
“Meylin olan her işte kendi kudretini ayan beyan görüyorsun.” (T.M. 633)
“Meylin ve isteğin olmayan işlerde de “bu Allah’tandır” diyerek Cebri oluyorsun” (T.M. 634)
Karnımız acıkınca elimizi kımıldatıyoruz. Otuz iki dişimizi çalıştırıyoruz. Yutuyoruz. “Ben yokum, Allah var o dilerse doyurur” demiyoruz.
Biz bize verilen can, ten, akıl, mal, makam, rütbe gücünden sorumluyuz. Yapamayacaklarımız var, yapacaklarımız var. Biz yapabileceklerimizden sorumluyuz.
Dünya denen uyduya bindirilirken, dünyanın dönüş istikametinde giderken, ihtiyarlarken, Cebbar olan Rabbimizin dileği doğrultusunda gidiyoruz. Ama dünya üzerinde gittiğimiz, yediğimiz, kullandığımız iyi işlerimizden mükafat alacağız, kötü işlerimizden dolayı da cezalandırılacağız.
Biz orta ümmetiz. Cebri ile mu’tezili fikirlerin ortasındayız.