Mahmut TOPTAŞ
Atalarımız, “Allah, açlıkla terbiye etmesin” der.
Bu atasözünün değerini biraz yazın en uzun günlerde oruç tutarak anlarız.
Her gün içtiğimiz suyun tadını iftar vaktinde daha iyi hissederiz.
Ama hiçbir zaman açlığın vücudumuzu yemeye çalıştığını görmedik.
Alla yalnız bizE değil, düşmanımıza da göstermesin.
Uruguay’da 1972 yılında ot ve ağacın bitmediği, hiçbir canlının yaşamadığı 4000 metre yükseklikte dağdaki buzlara çarparak düşen uçağın içindeki 45 kişiden 18 inin 75 gün, ölenlerin etlerini yiyerek hayata tutunmaya çalıştığı günlerde Fıkıh/Hukuk kitaplarımızda yazılı bu konudaki maddelerin ne kadar doğru ve yerinde olduğunu yeniden okumuştum.
Sevgili peygamberimiz, Mekke’de kıtlığın hüküm sürdüğü, insanların açlıktan havayı dumanlı gördüğü, kadınların karınlarındaki çocuklarını bile düşürdüğü yıl, kendisi hakkında /Dar’un-Nedve/parlamentoda öldürmek, hapsetmek, sürgüne göndermek konusunda oturum yapan, sonunda öldürme kararı veren Mekke yöneticilerinin halkına yardım göndermişti.
Sevgili peygamberimiz aleyhinde söylenen şiirleri şarkı halinde gazinolarda söyleyen Sarra isimli kadın, bir gün geçimini temin edemez olunca, Medine’ye gelip sevgili peygamberimizden yardım istediğinde, bir yıllık geçimini sağlayacak yardım yapmıştı.
Osmanlı Sultanı, Abdülmecid 1845-52 yılları arasında İrlanda’da kıtlıktan halkın yüzde yirmisinin öldüğü yıl, üç gemi dolusu buğday ve sterlin gönderdiğini de hatırlayalım.
Ağzı dualı, eli bereketli ecdadımızın: “Allah düşmanıma bile vermesin” duası ne kadar bizi anlatır.
İstanbul’da “500. Yıl Vakfı” nın varlığı, İspanya’da Vatikan’ın, Müslümanların ve Yahudilerin yok edilmesi emrini verdiğinde kurtulabilenlerin Selanik ve İstanbul’a kabul edilen ve yardım edilen Yahudilerin varlığı da bize bir şeyler söyler.
Barbaros Hayrettin Paşa, İspanya Müslümanlarını Kuzey Afrika’ya kaçak yollardan taşıyarak kurtardığını anlatır hatıratında.
Dört milyona yakın Suriyeliye yardım elimizi uzatmamız, Özal döneminde 400 bin Iraklıya kapılarımızı açmamız, Müslümanların şu anda bile bu haliyle yine dünyanın en merhametli insanları olduğunu ortaya koyar.
Bosna’ya saldıran Haçlı ordularının vahşetini gözlemlemek için gelen Birleşmiş Milletler gözlemcileri, dağın kuzeyinde haçlıların elinde esir olan Müslümanların hayvanlara bile uygun görülmeyen yerlerde aç ve susuz bıraktıklarını açlıktan ölenler yanında hastalananları görürler.
Öbür gün aynı dağın güneyinde Müslümanların esir aldığı haçlı ordusunun saldırgan kafirlerine, Müslümanca muamele ettiklerini, üç öğün yemek çıktığını, yatak ve yorgan verildiğini, banyolarına kadar sağlandığını gördüklerinde biraz utanmaları hala insanlıklarının ölmediğinin alameti olarak değerlendirilmişti.
Şu anda İstanbul ve diğer şehirlerimizde Asya’dan ve Afrika’dan gelip yaşamaya çalışan Müslüman, Hıristiyan, Budist, Animist insanların sayısı, yanılabilirim ama Avrupa Birliğindeki sığınmacılardan daha fazladır.
Apartmanında yaşayan fakir ailelere veya bekarlara yediği yemekten bir kap indiren bir millet, Avrupa ve Amerika’da yoktur.
Avrupa’da en fazla mülteciyi Almanya almış.
Almış ama seçerek almış. Diplomasına ihtiyacı olduğu Suriyelileri seçerek almış.
O seçilen insanlar, burada kalsalardı, doktor olarak üç milyon savaşzede kardeşlerine yardım edecekken şimdi bir kaşık çorbalık ücretle çok yemekten hastalanmış Almanları tedavi ediyorlar.
Ölümle pençeleşen insanlar arasından doktorları seçip kendilerini zayıflatmak için mülteci kabul edene ne denir?
Kuzey Irak’taki kardeşlerim, siyasilerinizin bir hata eseri, Amerikanın jandarması İsrail’in gazına gelerek sergilediği tavırlarına karşı söylenenlerden siz umutsuzluğa kapılmayın.
Biz, millet olarak, devlet olarak hiçbir dinden insanı açlıkla terbiye edemeyiz.
Sizin de şu anda okuduğunuz Kur’an-i Kerimde Rabbimiz, biz Müslümanları tarif ederken, yardım etmemiz gerektiğini, yardım ettiğimiz yiyeceklerin en sevdiklerimizden olmasını ve bu yapılan yardım karşısında kafir esirlerden bile teşekkür bile beklemememiz gerektiğini şöyle ifade eder:
وَيُطْعِمُونَ الطَّعَامَ عَلَى حُبِّهِ مِسْكِينًا وَيَتِيمًا وَأَسِيرً
“Sevmelerine rağmen, yemeklerini fakire, yetime ve esire yedirirler”
Kafir esirler, “Biz, sizi öldürmeye gelmiştik neden bize sevdiğiniz yemelerden yediriyorsunuz diye sorarlarsa:
إِنَّمَا نُطْعِمُكُمْ لِوَجْهِ اللَّهِ لَا نُرِيدُ مِنْكُمْ جَزَاءً وَلَا شُكُورًا
"Biz ancak Allah rızası için yediririz, sizden bir karşılık ve teşekkür istemeyiz" (derler) (İnsan süresi ayet 76/8-9)
Birleşmiş Milletler beyannamesinde, Avrupa Birliği sözleşmesinde ve diğer kriterlerinde şu ayet ayarında bir söz bilen varsa bildirsin, ben bulamadım.