İstemek başkadır, başarmak başkadır.
Dünyada her istediğini başaran, hiçbir insan olmamıştır.
Bizim irademiz, kaderde yazılı olana uygunsa o isteğimiz yerine geliyor.
Yazılı değilse, bütün çalışmalarımıza rağmen yerine gelmediğini görüyoruz.
Çok zengin veya fakir adam, doktoruna gidiyor teşhisten sonra, “Şekerin var, tatlı yemeyeceksin, kolesterolün var yağlı yemeyeceksin, tansiyonun var tuzlu yemeyeceksin, kalp var heyecanlanmayacaksın, eşinle oynaşmayacaksın” diyor.
Her türlü imkân var, irade/istek de var ama Doktor, “Yassaaaak” diyor.
Biz, her saniyede, her nefeste, O’na muhtacız.
Kimse yaşlanmayı istemezken, genç kalma sanayii harıl harıl çalışırken, insanlar, her nefeste kaderlerine doğru gidiyorlar.
Hiçbir kimse de durduramıyor.
Estetikçi, kırışıkları düzeltse de, gönül yorgunluğunun kıvrımlarını gideremiyor.
Kaderlerine doğru giderken her olaya Müslümanlar, “Allah’ımızın takdiridir, narında hoş, nurun da hoş” diyerek kederden, stresten kurtulurken, kâfirler kaderi tartışarak kaderlerine doğru cinnet getirerek huzur tepkini olurlar.
Her türlü imkân var, irade/istek de var ama Doktor “Yassaaaak” diyor.
Allah’ımızın takdiridir.
Biz, her yaşın kendine göre güzel taraflarına bakar ve görevimizi ona göre yaparken Rabbimize hamd ederiz.
İnsan her istediğini yapabilecek güçte olsaydı, şimdi biz bu konuyu konuşamaz, yazamazdık.
Çünkü kötü niyetli insanlar, dünyanın dörtte üçünü kaplayan denizlerin suyunu karalara salar ve yok ederlerdi.
Rüzgârların hızını saatte 500 kilometreye çıkarır her şeyi yok ederlerdi.
Sınırlı güçleriyle bile her sene milyonlarca insanı öldürüyorlar, yurtlarından, yuvalarından çıkarıyorlar, milyonlarcasını açlığa mahkûm ediyorlar.
Bir de sınırsız güce sahip olsalardı ve her istediklerini yapabilselerdi ne olurdu?
Yine bu bizim görmeden varlığını kabul ettiğimiz aklımız bile hayal edemiyor ne olacağını.
Kabil’le başlayan Allah’a isyan hareketi, kardeş katliyle başlamış, Nuh aleyhisselamın iman etmeyen kavmiyle, Ad’la, Semud’la, Nemrut’la, Firavun’la, Karun’la Haman’la, Calut’la… devam eden kâfirlik ve isyan hareketinin sonucu olan öldürme, sindirme, zulmetme ve sömürme hâlâ günümüzde devam etmektedir.
Çünkü “Şirk en büyük zulümdür” diyor Kur’an-Kerim, Lokman süresinde.
Kur’an-i Kerimde, “O her şeyi bilendir” ayetini nasıl anlıyoruz?
Önü ve sonu olmayan, evvel ve ahir olan Allah’ın ilminin de evveli ve ahiri yoktur.
O’nun her şeyi bilmesi, O’nun bilgisine göre evrenin/kâinatın düzenli olarak çalışmasına kader diyoruz.
Bu dünyada neyi nasıl yapacağımızı Allah ezeli ilmiyle biliyor, çağlara göre gönderdiği resulleri/elçilerine indirdiği kitaplarla neyi nasıl yapacaklarını bildirmiş ama kaderde yazılanları bildirmemiş.
Allah celle celalüh bildirmeyince, elçileri de o konuyu deşmemişler ve o konuyu deşmeye çalışanları da uyarmışlar.
Biz, bizi yaratanın emrettiklerini yerine getirmekle, yasakladıklarından kaçınmakla emrolunduk.
Bunları yaparken iyi yaptığımızın sonu kötü gelse de, kötü zannettiğimizin sonu iyi gelse de biz, bizi yaratanın bize verdiği akıl, beden, bilgi, servet, şöhret, makam… gibi güçlerimizden sorumluyuz.
Aklımızın kabul etmekte zorlandığı konularda kusuru kendimizde arayacağız, Allah celle celalühü sorumlu tutmaya kalkmayacağız.
Allah’a, “Niçin yaptın, nasıl yaptın…” diye sorulamaz.
Dokunulmazlığı olan yalnız ve yalnız Allah’tır. Rabbimiz buyurur:
“O (Allah) yaptığından sorulamaz. Onlar (insanlar) ise sorulurlar.” (Enbiya süresi ayet 21/23)
“Ben sorarım” dersen, Hazreti Adem’den bugüne kadar soranlar, bu konuda kitaplar yazanlar, kendilerini ve kendilerine uyanları tatmin edecek bir cevap bulamamışlar.
Kehf süresi 18/65-82 ayetleri arasında Musa aleyhisselamla yolculuk yapan, kendisine ledünni ilim verilen, Allah’ın kullarından bir kul olan (Hızır aleyhisselam) üç olayı, başta Musa aleyhisselama indirilen Tevrat’a göre yanlış olan, ama Rabbin kader sırrına göre doğru olan olayların sırrı gibi kader künhü, kıyamete kadar bilinemeyecektir.
Kader yazısını soruşturmakla, irdelemekle, deşmekle hiçbir şey elde edemeyiz.
Mehmet Akif Ersoy merhum, kaderin künhünü, yani aslını, mahiyetinin ne olduğunu anlamak, istiknah etmek, bizim gücümüzün üstünde olduğunu şöyle ifade ediyor:
“Kader nedir, sana düşmez o sırrı istiknâh;
Senin vazifen itaat, ne emrederse İlâh.”
Rabbimiz, bizim tenimiz ve canımızın bu dünyada, maddi manevi gıdamızı alması için iki kitap sunmuş biz insanlara.
Birincisi, tabiat kitabı. Barınmamız, yememiz, içmemiz, giymemiz her türlü maddi ihtiyaçlarımız bu tabiat kitabından elde ederiz.
Tabiat kitabında Himalaya’nın Everest Tepesi’ndeki kayadan, denizin en derin yerindeki zerreye kadar, yerin merkezinden gökyüzüne kadar yarattıklarını araştırma ve soruşturmaya devam edelim
İkincisi, resullerin/elçilerin getirdiği kitaplar ve en son indirilen Kur’an-ı Kerim.
Kaderle ilgili ayet ve hadislerle yetinelim.
Biz kulluk görevimizi, gücümüzle orantılı olarak yerine getirelim.