Dede ve nine, çocuklarına ve torunlarına öğretmenlik/hocalık yaparlar da farkına bile varmazlar.
Müslüman’ca davranan biri için, “Anan, atan nurda yatsın” denir.
Eşler, karşılıklı olarak birbirinin öğretmeni olurlar da farkında olmazlar.
Evin içinde, oyun oynarken, sofrada, oyuncak bölüşümünde, malına sahip olmada, malını paylaşmada büyük kardeş küçüklerinin hocası olur, onun küçüğü, büyüğünün yardımcısı olur, onun küçüğü de hem öğrenci hem öğretmen yardımcısı olurlar.
Dünyanın en ünlüleri, çok çocuklu ailelerden çıkmıştır.
Bu eğitim, insan fıtratına uygun, tabii bir eğitimdir.
Okulda birçok öğretmenden birine öğrencileri, “Ne baba adam” derler.
Askerde komutanlardan mütevazı, askerlerini kendi çocuğuymuş gibi, eğitimine, sağlığına, gıdasına dikkat eden, onları koruyup gözeten, ermiş gibi davranan bir komutanına, “Ne babayani adam” derler ve terhisten sonra doğan çocuğuna onun adını verirler.
Sevgili Peygamberimizin öğrencilerine ashap veya sahabe diyoruz.
Sohbet arkadaşları anlamına gelir.
Elinde cetvelle dolaşan, disiplin sağlamak için çatık kaş, asık surat olması gerektiğine inanan, dede, nine, baba, anne, kardeşler, öğretmenler, hocalar, generaller, proflar, sanatkârlar… Kendilerine düşman yetiştiren haline geliyorlar.
“Devlet baba” deyimini kaybeden politikacıları eğitip diploma veren politikacıların yönettiği eğitim politikasıyla yetişen öğretmenler, hakları için yürüyor yollarda.
Öğretmenlerin eğitiminden geçip polis olanlar da, öğretmenlerini copluyorlar.
Öğretmen, öğrencisine vuruyor, polis de öğretmenine vuruyor.
Suç kimde?
Kimin yanından olaya bakarsanız, suç karşı tarafta olur.
Rabbimizin adalet terazisi olan Kur’an ve sünneti, müzeye kaldırmışız.
Tevrat’ın adalet terazisini, hahamlarla krallar, kendi çıkarları için bozunca, üç bin yıldır filozoflar, “Hak/doğru” nedir tartışması arasında halk hep ezilmektedir.
Herkes suçu önce kendinde aramalı ve “Ben nerede hata yaptım” diye sormalı.
Öğretmenler, öğrencileri hamur kabul edip şekil vermek, fikir empoze etmek yerine Allah’ın onlara verdiği fıtratı, aklı, enerjiyi, kabiliyeti köreltmeden önünü açacak eğitim sunmalı.
Çocuğumuza biz kendi gözümüzü veremiyoruz. Allah ona iki göz veriyor.
Kendi gözümüzü veremediğimiz çocuğumuza kendi görüşümüzü de vermeyelim. Bizim görüşlerimizin yanlış olma ihtimali var.
Ona göz veren Allah (C.C.) görüşte vermiştir. Rum Suresi’nin 30/30’da ifade edildiği gibi bizi yaratan Allah’ın (C.C.) fıtratımıza verdiği din bizi yönlendirsin.
Jean Jaques Rousseau (Jan Jak Russo) (1712–1778), “Bırakın çocuğunuzu Notre Dam’ın papazlarıyla Sorbon Üniversitesi’nin profesörleri ahlâkını bozmasın” derken bir gerçeği ifade ediyordu.
Çocuğunuza naylon elbise giydirmiyorsunuz.
Yünlü veya pamuklu elbise giydiriyorsunuz.
Hz. Adem’den beri var olan yün ve pamuk iki binli yıllarda değerinden bir şey kaybetmek şöyle dursun değeri daha da artıyor.
Çocuğunuza et, süt, sebze, meyve gibi tabii gıdalar veriyorsunuz.
Suni/sanal gıdalar vermiyorsunuz.
Halbuki et, süt, sebze, meyve Hz. Adem ile Hz. Havva’nın sofrasında da vardı.
Çocuklarımızın ruhi gıdalarını verirken de fıtri olanını bozmamaya dikkat edelim.
Suni/sanal/yapmacık fikirlerle çocuğun fıtratını bozarsak terörist, anarşist, hırsız, soyguncu, köşe dönücü oluverir.
Sevgili Peygamberimiz, “Her doğan çocuk, İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra anne babası onu ya Yahudi, ya Hıristiyan veya Mecusî yapar” buyurur. (Buhari cenaiz 80–92, Tirmizi Kader 5, Müslim Kader 25)
Hadis-i şerifte, “Anne ile babası yani çevresi onu Müslüman yapar” demiyor. Çünkü dünyadaki bütün çocuklar Müslüman’dırlar.
Elli kadar öğretmene yaptığım bir konuşmada, “Cumhurbaşkanı şu mu olsun bu mu olsun tartışmasına girmeyin. Siz öğrencilerinizden birinin ileride cumhurbaşkanı, birinin Bakan, öbürünün asker, bürokrat, teknokrat vs. olacağını hesap ederek eğitiniz.
Siz imanlı, liyakatli, vicdanlı, ilmi dirayetli, medeni cesaretli öğrenci yetiştirmeye bakın ondan sonra hangisini seçerlerse seçsinler önemli değil” demiştim.
Tefsir derslerime katılan, İstanbul Erkek Lisesi tarih öğretmeni Emin Bey: “Hocam, yazılı imtihanlarında soruları sorduktan sonra dışarı çıktım.
Geri geldiğimde öğrencilerim: “Hocam “külyutmaz” hocalar bize göz açtırmazken sen bizi kopyalıklarımızla baş başa bırakıyorsun” dediklerinde: “Çocuklar size ileride ülkeyi teslim edeceğiz. O zamanda başınızda duramayız ya diye cevap verdim” demişti.
Devlet veya hükümet başkanlarının ve bütün insanların iyi veya kötü davranışlarında öğretmenlerin büyük etkisi vardır.
Herkes kendi gücü oranında hem öğretmen, hem öğrencidir.
Ülkeleri öğretmenler yönetiyor desem abartmış olmam.
Dedeler, nineler, birçok ünlümüz, “Dedem veya anneannem şöyle derdi veya böyle yapardı” diyerek işin doğrusunu o diplomasız insanların, eğitim kalitesini söylüyorlar aslında.
Ramazanın eğitim, ibadet, kaynaşma, yardımlaşma… kampından çıkıyoruz ama kampta aldığımız istikametten ayrılmayalım.
Ara verdiğimiz günahlara geri dönmeyelim.
Sahurdan iftar vaktine kadar kendi helal malımıza bile el uzatmam eğitiminden geçtik.
On bir ay yine harama el uzatmayalım.
Çokça Kur’an okuduk veya dinledik, buna devam edelim.
Helal yollardan kazandığımız ve canımızı bir parçası gibi gördüğümüz malımızın zekâtını verdik, sadakalarla devam ettik.
Her şeyin insan için olduğunu, öğrendik ve öğrettik.
Ramazanda suç işleme oranı düştüğünden polis karakolları ve jandarma karakolları bir ay rahatladı.
On bir ay bu karakolları ak kollara çevirmeye çalışalım.
Özetle Mehmet Akif Ersoy merhumun dediği gibi:
“Eğer çiğnenmemek isterseler seylâb-ı eyyama;
Rücû’ etsinler artık Müslümanlar Sadr-ı İslâm’a.”
Yani, “Zamanın taşkın sel sularında çiğnenmek istemezlerse, artık İslam’ın sahabe dönemindeki İslam’a geri dönsünler” diyor.