Mahmut TOPTAŞ
Tanımadığım bir ustanın dükkanına güneşin batma zamanında vardım.
Dükkanın kapısını kapatmış, kilidi takmış, kilitlemiş ve ben selam verdim.
Sırtını döndü, selamı aldı ve ne istediğimi sordu.
On dakikalık bir işim olduğunu söyleyince “Yarın gel” dedi.
Ama bana bu gün lazım” dedim. Başını eğdi, yarım dakikalık bir düşünmeden sonra kapıyı açtı, ocağı yaktı ve işe girişti.
Bu arada neden kapıyı açıp işe başladığını anlatmaya başladı: “On beş yaşında idim. Ustamın yanında çıraklık yaparken yine böyle bir zamanda bir köylü kapıdan girdi. Biz de ocağı söndürmüştük. Usta, köylüye yarın gelmesini söyledi, o da köye gideceğini bir daha gelemeyeceğini söyleyince ateşi yeniden yaktı ve işini yaptı. Parasını aldı ve köylü de gitti.
Köylü dükkandan çıktı, bir adam içeri girdi ve “O garibin işini yaptın sevabı kaptın” dedi ve ustamın eline para bıraktı ve gitti. Ama ustanın elinde hiç para yoktu.
Ustam adamın yaptığını para koyar gibi yapıp koymadığını görünce “Haydi hayırlısı, bu ya Vezir ya Hızır” dedi.
İşte kırk yıl sonra o olay hatırıma geldi ve kapıyı açıp, ateşi yakıp senin işini yaptım.” Dedi.
İşimi yaptı, işimi elime aldıktan sonra ben de buna bir şaka yapayım diyerek elimi cebime attım, parayı çıkarırmış gibi yaptım ve eline koyar gibi yapıp elimi çektim.
Usta elinin boş olduğunu görünce, gülme krizine girdi. Ben de epeyce güldükten sonra istediği parayı verdim, o almamakta direndi ama ben vermeyi başardım. Bu bir.
Beşinci kattaki evimin balkonundan, sitenin bahçesini seyrederek eşimle birlikte çay içerken, sitenin havuzunun kenarında site sakini olmayan, tanımadığım şişman bir adam, bana bakıyor ve eliyle aşağıya inmemi istiyor.
Derhal aklıma beş yıl önce yaşadığım bir olay geliverdi.
Konya-Alanya arsında Torosların güneyinde “Ölüm yolu” olarak biline “Kuş yuvası” nı birkaç arkadaşla görmeye gittik. Virajlarda kamyon ve otobüslerin arkası virajın birini dönmeden önü ikinci viraja girerken gelenleri uyarmak için korna çalan vasıtalar dağları inletirler.
Vadilere baktığınızda uçaktan yeri seyrederken ayaklarınızın altından kanlar çekilir gibi olurya işte burada da o olur.
Bu sene bu çile de sona eriyormuş. Birkaç tane tünel açılmış bu senen son tüneller de açılarak Alanya-Konya arsı iki saate inecekmiş.
Yol üzerinde şirin bir köyün camisinde öğle namazını kıldık, dışarı çıktık.
Elli metre ilerde çına r ağacının altında şişman bir adam sandalyenin birine oturmuş, iki sandalyeye iki ayağını koymuş, iki koşonun altına da iki sondalye yerleştirmiş, bize bakıyor. Eliyle bize işeret ederek yanına çağırıyor.
Ben de ona el işaretiyle onun gelmesini istedim. Keşke istemeseydim.
Kalkması zor oldu. Önce iki ayaklarını indirdi, sonra iki kolunu indrdi. Sonra kalktı ve yalpalayarak bize doğru geldi.
- Ne diyorsun? Dedim?
- Nerelisiniz diye soracaktım” dedi.
İşte o olay aklıma gelince havuzun yanındaki adama elle “sen buraya gel” diye işaret ettim.
Adam ıkına sıkına beş katı çıktı ve kapıya geldi. Çağırdığıma çok üzüldüm. Uzun zamandır görmediğim eski bir tanıdık. Eve aldım ve geçmişi şöyle bir taradık.
İşte onu beşinci kata çağırmama sebep olan, beş yıl önce “Nerelisiniz?” diye sormak için bizi ayağına çağıran şişman adamdır.
Geçmişimiz bizi yönlendirir.
Ağzımızdan çok çıkan kelimeler de bizi yönlendirir.
Komşunun annesi seksen yaşında felç olmuş. Ziyaretine gittim. Hiçbir hareket yok. Tanımıyor, ağzından tek kelime çıkmıyor.
Ancak bir cümleyi devamlı tekrarlanıyor: “La ilahe illallah”
Dil, her şeyi unutmuş ama en çok söylediği, onun dilini bırakmamış.