Mahmut TOPTAŞ
Çalıp çırptığı paraları banka hesabında saklayan cimri, eskiden kavanozuna koyduğu peyniri, camın dışından yalayarak ekmeğine katık yapan adama benzer.
Zamanın tarihi değişir, adamın huyu değişmez de malzemesi değişir.
Cimri adamın, deniz dalgası gibi, bulut damlası gibi cömertlik yapan adamı anlaması da mümkin değildir.
Biri topluyor, biri dağıtıyor.
Biri doğuya gidiyor, biri batıya gidiyor.
Bunların birbirini anlama imkanı yoktur.
Aldığı eğitimle yakmak, yıkmak, sokmak, zehirlemek, kanını akıtmak, viraneler çoğaltmak olan bir adam, bütün kötülükleri yapar.
Ancak yaratılışta getirdiği fıtratın verdiği güzellikleri hatırlamasıyla strese girer, rahatsız olur. Doktoruna gideceği yerde kendini iyi hissettirecek yağcıları, yalakaları yardakçıları danışman olarak alırmış.
Onlar da yaktığına “Harika”, yıktığına “Şahane”, kanını içtiğine “Afiyet olsun” derlermiş.
İstanbul’un fethi günü, tanıdık birinin işyerinde, yüksek bürokratlardan biriyle tanıştım.
Benim hoca olduğumu öğrenince ses tonunu biraz yükselterekten ilk sorduğu soru: “İslam’da fetih adı altında ülke işgali var mı?” oldu.
- Fetih var. Kur’an’da “Fetih süresi” diye bir süre vardır. İslam’da işgal yoktur.
- Ne farkı var?
- Fetih’te önce gönül fethi vardır. İnsanların gönlüne kara yılan gibi çöreklenen put insanları, “La ilahe” kılıcıyla oradan çıkarıp gönlü, kalbi, kalıbı, canı, teni yaratanın inancını o gönüle “İllallah” ile yerleştirmek vardır.
Ülke fetihleri de vardır.
Sen, aynı apartmanda, kapıyın karşısındaki evde oturan koşuna her gün gelip musallat olan, ona işkence eden, döven, söven bir başka komşuna “Dur” demez misin. Duymazdan gelir misin?
İşte Kur’anın ifadesiyle:
وَمَا لَكُمْ لَا تُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَالْمُسْتَضْعَفِينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَاءِ وَالْوِلْدَانِ الَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا أَخْرِجْنَا مِنْ هَذِهِ الْقَرْيَةِ الظَّالِمِ أَهْلُهَا وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ وَلِيًّا وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ نَصِيرًا
“Size ne oluyor ki; Allah yo¬lunda "Ey Rabbimiz, ahalisi zalim olan şu ülkeden bizi çıkar. Bize ta¬rafından bir dost gönder ve bize ta¬rafından bir yardımcı gön-der" diyen zayıf bırakılmış er¬kekler, kadın-lar ve çocuklar uğ¬runda çarpışmıyorsunuz?” (Nisa süresi ayet 4/75)
Komşumuz ne ise dünyanın öbür tarafındaki insan da yanı Adem aleyhisselamdan bizim kardeşimizdir.
İstanbul’un fethi sırasında Konstantine, Vatikan’dan yardım teklifi geldiğinde Kostantin: “Burada Papa külahı görmektense Müslüman sarığı görmeyi tercih ederim” der.
Zulme karşı durmak bizim en önemli ibadetlerimizdendir.
Rabbimiz, en büyük zulmün Allah’a ortak koşmak olduğunu haber verir:
وَإِذْ قَالَ لُقْمَانُ لِابْنِهِ وَهُوَ يَعِظُهُ يَا بُنَيَّ لَا تُشْرِكْ بِاللَّهِ إِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظِيمٌ
“Lokman, oğluna öğüt vererek şöyle demişti: "Oğulcuğum, Al¬lah'a ortak koşma, şüphesiz (Allah’a) ortak koşmak, büyük bir zulüm¬dür." (Lokman süresi ayet 31/13)
Zulme dayalı eğitimden geçen insanlar, şu anda dünyayı bir lokmada yutmanın yollarını aramaktalar.
Kendileri için sınırları kaldırdılar. Diledikleri ülkeye girip “Benim güvenliğim senin topraklardan başlar” diyerek çörekleniyorlar.
Ülkelerin yeraltı ve yerüstü kaynaklarını soydukları gibi, insan beyniyle ayakta duran Pers imparatoru Dahhak gibi, insan beyni de topluyorlar ve onları Mankurt yapıp, kendi anasını bile öldürebilecek hale gelince kendi ülkelerine gönderiyorlar.
Dünyaya merhametleri olmadığı gibi kendi çocuklarına da merhametli değiller.
Çocuklarını topluca cehenneme postalama eğitimi veriyorlar.
Bir tenha yerde bir çocuğu yakmaya çalışan birini görseniz, aldırmadan, görmezden gelerek, adamlığınızı orada bırakıp gidebilir misiniz?