Ecelin değişmeyeceğine inanmayan insan yeryüzünde yok sayılır.
Allah celle celalühü inkâr edenler bile, ecelin değişmeyeceğine inanırlar.
Çünkü dünyanın en donanımlı hastanesinde, en mükemmel doktorlar gözetiminde ölen insanlar var. Ve o doktorlar, o hastaya fazladan bir damla bile veremiyorlar.
Ecelin değişmeyeceğini tecrübeyle bilen insanlar, rızkın da değişmeyeceğini bu ölümlerle bilmeleri gerekir.
Ecel gelip de ölene fazladan bir damla su veya bir lokma ekmek yedirmek de mümkin değil.
Rabbimiz buyurur:
“…Onların dünya hayatındaki geçimliklerini biz taksim ettik…” (Zuhruf süresi ayet 43/32).
Zenginken fakir olan, fakirken zengin olanları gördük. Dünyaya demokrasi ihracını füzelerinin zehriyle, tanklarının namlusuyla taşıyan Amerika Başkanı Kennedy, yine demokrat insanlar tarafında kurşunlanarak öldürüldü.
Kendini güçlü kabul eden birinin ağzından, “Muhtar bile olamaz” denilen, Cumhurbaşkanı oldu. Er, generalinin bileğine kelepçe takıyor, gardiyanın talimatıyla hareket etme durumunda kalıyor.
Rabbimiz buyurur:
“De ki: Ey mülkün sahibi Allah’ım, sen mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden de mülkü çekip alırsın. Dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin. Hayır senin elindedir. Sen her şeye kadirsin.” (Al-i Imran süresi ayet 3/26).
Biz, geleceği bilemediğimizden, doğru yolda, helal rızk ve helal makamlar elde etmek ve iki dünyamızı güzelleştirmek için çalışmakla görevliyiz.
11 Haziran 2020 günü vefat eden merhum Prof. Dr. Sabri Orman beyefendi, asistanken söylemişti:
“İktisat fakültesinden mezun olunca hemen asistan olmak için araştırmaya girdim.
İki ayrı fakültede asistanlık imtihanına girdim, lise diplomamı öne çıkardım, İmam-Hatip mezunu olduğumu söylemedim ama sözlü imtihanları da kazanamadım.
Bu son sözlü imtihana girdiğimde soruya cevap vermeden, ‘Ben İmam-Hatip mezunuyum da’ dedim.
Dekan, ‘Aldık seni, eski yazıları okuyabilecek birine ihtiyacımız var’ dedi” demişti.
O günleri bilmeyenler için yazayım, o günlerde İmam-Hatip mezunları yalnız İslam Enstitülerine girebilirlerdi. Ankara’da bir tane ilahiyat fakültesi vardı oraya da giremezlerdi.
Onun için Haziran’da mezun olan İmam-Hatiplilerin bir kısmı Eylül imtihanında bir lisede fark derslerini verir ve lise diplomasıyla üniversite imtihanına girerlerdi.
Sabri Orman merhum da onlardan biriydi. Nasibe bakınız, Prof. oldu, iki dönem Merkez Bankası Meclis Üyesi oldu ve daha birçok bilimsel kitaba ve makaleye imza attığı gibi, bulunduğu her yerde İslam’ın nezaket ve zarafetini gösterdi de Müslümanlara Batılının takıverdiği gözlükle yan bakanların yanlışlığını duruşuyla düzeltti.
27 Mayıs olmuş, başbakan asılmış. Şimdi büyükşehir olan ilimize şehrin insanlarının beyinlerindeki gericilik örümceklerini temizlemek için bir vali atanmış ve o da akla hayale gelmedik gâvurluklar yapıyor. Öğrenciler, bunu engellemenin yollarını ararlarken bir olay üzerine vali beyle karşı karşıya geliyorlar.
Vali, bu öğrenciler emniyet müdürlüğünde sorgulanırlarken emniyete gelip hakaret eder ve elebaşı kabul edilenin yüzüne tükürünce olanları o delikanlı kendisi anlatmıştı: “Burnuna yumruğu vurduğumla yere sırt üstü düştüğü bir oldu. Müdür gelinceye kadar yirmi kadar tekmeyi karnına vurdum. Bizi nezarete attılar. O gece polisler, sabaha kadar bizi çayla, kahve ile baktılar, saat dokuzda savcı bizim ifadelerimizi yazmıyor, bizim ceza almayacağımız şekilde yazıyor, hâkimin karşısına çıkarıldığımızda okulun bitmesine ne kadar kaldığını sordu iki sene cevabını alınca hâkim bey, ‘Bu dava önemli bir dava. Beş yıldan önce bitmez’ dedi ve bizi tahliye etti.”
Ben, olayı daha önce teferruatıyla anlattım. Burada kısa kestim çünkü anlatmak istediğim olayları yönetenin, kalplerimizi de çalıştıran Allah olduğunu göstermektir.
Nezarette dayak yerine kahve ikramı, savcının ağır cezadan başlayıp idama kadar giden iddianamesi yerine beratını isteyecek kadar yumuşatılmış iddianame hazırlaması, hâkimin beş yıl sonra berat vermesi…
Bizim görevimiz, ten ve canımızla, Rabbimizin tabiat kanunları ile Kur’an ve sünnete uygun hareket etmek.
Cennete layık olabilmek için en az günah kiriyle ahirete göçebilmek.
Sözümüzle, özümüzle, gözümüzle, dilimizle, elimizle ve her türlü davranışımızla İslam’ı temsil edecek bir hayat yaşamaktır.
Bütün bunları yerine getirdikten sonra, kazaya rıza ile Rabbimizin rızasını kazanmaya çalışmaktır vesselam.