DÜŞMEZ KALKMAZ BİR ALLAH
Mahmut TOPTAŞ
Fiyatı çok fazla olan bir arabayı çalan iki hırsızdan büyük olanı, küçüğe arabayı satmasını söyler.
Küçük hırsız, arabayı pazara çıkarır, alıcı rolündeki adam, denemek için biner, gider ve geri gelmez.
Akşam eli boş dönen küçük hırsıza büyük hırsız sorar, “Kaça sattın?
Küçük cevap verir: “Aldığım fiyata sattım.”
İster helalından kazanalım ister haramdan kazanalım, eli boş geldiğimiz bu dünyadan eli boş döneceğiz.
Haramın günahı sırtımızda olacak, Allah afvetmezse haram, bizi cennetten bir müddet mahrum bırakacak.
Az veya çok olsun ama helalından olsun.
Adaletle ülkeyi yönetenler gelip geçtiği gibi, zulümle halkına kan ağlatanlar da gelip geçtiler.
Her ikisi de yaptığının sefa veya cefasını sürmektedir.
Rabbimiz, İsrailoğullarının erkek çocuklarını öldüren, kız çocuklarını köleleştiren, kendini tek kanun kaynağı kabul eden zalim Firavunu suda boğduğu halde şu anda kabir azabını tattığını bize haber verirken:
النَّارُ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا غُدُوًّا وَعَشِيًّا وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ أَدْخِلُوا آَلَ فِرْعَوْنَ أَشَدَّ الْعَذَابِ
“Sabah akşam ateşe sunulurlar. Kıyamet günü geldiğinde ise, "Ey Firavun ailesi, azabın en şiddetlisine girin!" (denir).” Buyurur. (Mü’minun süresi ayet 40/46)
-Bu ayet, kabir azabını inkar edenlerin de kulağına küpe olsun-
“Yıkılmaz” denilen Firavun, kendi evinde, kendi ekmeği ile, büyüyen Musa aleyhisselam sebebiyle yıkıldı.
Musa aleyhisselam da vefat etti ama, Musa aleyhisselam rahmetle anılırken, Firavun, lanetle anılmaya devam ediyor.
Tahtıravalli gibi bir dünyada milyarlarca insan oyun oynuyor.
Biri yükselirken öbürü alçalıyor, biri alçalırken öbürü yükseliyor.
Güzel bir çocuk dünyaya gelirken, dünya güzeli solmaya devam ediyor.
General hapiste, er ise onun kaçmaması için nöbette.
Köyün en zenginin torununu, köyün en fakirinin oğlu almış ve eski zenginin çocuklarına, eski fakirin oğlu bakar.
Güreşte Olimpiyat şampiyonu, sırtını yerden kaldıramıyor.
Halter şampiyonu, aldığı nefesi içinden kaldırıp dışa atamıyor.
Dünyayı ikiye bölüp Doğu Roma’da Kayser, Pers İmparatorluğunda Kisra, dünyayı kana bularken İstanbul’u fetheden Fatih, fethin hemen ardından Kostantıniyyenin harap halini görünce:
“Perdedâri mîküned der kasr-ı Kayser ankebût
Bûm nevbet mîzened her kubbe-i Efrâsiyâb”
Manası: Kayser’in sarayında örümcek perdedarlık ediyor,
Efrasiyab’ın köşkünde baykuş nöbet tutuyor/nevbet çalıyordu.” Diyor.
Nefsinin hevasını baş tacı eden, günah sokaklarında gezen, isyan edenleri cehennemin en alt derekelerine alçaltan Allah (c.c.), nefsinin hevasını ayaklar altına alan, salih insanlarla beraber olan, iyi ve güzel yerlerde dolaşan, Rabbine itaat edenleri Cennetin en üst derecelerine yükseltendir.
Kuyunun dibine atılan Yusuf (s.a.v) Mısır’a sultan oldu.
Onu atanlar ise bir gün Yusuf’un önünde secdeye kapandılar.
Yılanları yerde süründüren “Hafid, ”kuşları yükseklerde uçuran “Rafi” olan Allah (c.c.)dır. Gökyüzünü direksiz yükselten (Ra’d 2), Peygamberlerin derecelerini yükselten (En’am 165), İsa aleyhisselamı kendi katına yükselten (Nisa 185) Hz. Muhammed’in şanını yücelten (Şerh 4) iman eden, ilim sahibi olanların derecesini yükselten Allah’a iman eden mü’minler de Peygamberlerin ve iman eden alimlerin önüne kimseyi geçirmezler.
Dünyevi yükSeliş ve alçalışlar gelip geçicidir.
Bedir’de kazanan, Uhud’da kaybedebilir.
Rabbimiz bunu şöyle haber verir:
إِنْ يَمْسَسْكُمْ قَرْحٌ فَقَدْ مَسَّ الْقَوْمَ قَرْحٌ مِثْلُهُ وَتِلْكَ الْأَيَّامُ نُدَاوِلُهَا بَيْنَ النَّاسِ وَلِيَعْلَمَ اللَّهُ الَّذِينَ آَمَنُوا وَيَتَّخِذَ مِنْكُمْ شُهَدَاءَ وَاللَّهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِمِينَ
“Eğer size (Uhud'da)bir yara değmişse, o topluluğa da (Bedirde) benzeri bir yara değmiştir. O günleri biz insanlar arasında dolaştırır dururuz. Bu, Allah sizden iman edenleri belirtmesi ve sizden şehitler edinmesi içindir. Allah zalimleri sevmez.” (Al-i Imran süresi ayet 3/140)
Ve Sevgili peygamberimizin yarışta geçilemeyen devesi Azba’yı bir bedevinin değersiz bir devesi geçtiğinde Müslümanlar çok üzülmüşler ve”Adba’da geçildi” demişler. Bunun üzerine sevgili peygamberimiz:
عَنْ أَنَسٍ قَالَ
كَانَتْ نَاقَةٌ لِرَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ تُسَمَّى الْعَضْبَاءَ وَكَانَتْ لَا تُسْبَقُ فَجَاءَ أَعْرَابِيٌّ عَلَى قَعُودٍ لَهُ فَسَبَقَهَا فَاشْتَدَّ ذَلِكَ عَلَى الْمُسْلِمِينَ وَقَالُوا سُبِقَتْ الْعَضْبَاءُ فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِنَّ حَقًّا عَلَى اللَّهِ أَنْ لَا يَرْفَعَ شَيْئًا مِنْ الدُّنْيَا إِلَّا وَضَعَهُ
“Dünyada Allah’ın yükselttiği şeyi, alçaltma hakkı yalnız Allah’a aittir” (Buhari, Sahih, K. Rikak, bab tevazu)