Mahmut TOPTAŞ
Zengindi. Çaresiz bir hastalığa tutulmuştu. Ölmeyi bekliyordu. Ziyaretine gittim. Güzel bir evi vardı. Giderken “Pencereden denizi seyretse, geçen gemileri saysa, bahçedeki gülleri, çeşitlerini, renklerini izlese, öten kuşları dinlese vakti iyi geçer” diye hayal ederek vardım eve.
Dışarının aydınlığından evin içine girince oda bana çok karanlık geldi.
Gözüm karanlığa alıştıktan sonra hastayı gördüm.
Denize bakan pencereyi de, dağa bakan pencereyi de perdelerle kapatmış.
Beni görünce yüzü güldü, yerinden doğruldu. Hanımına “pencerenin perdelerini aç” dedi.
Yanımda onun çok sevdiği bir yemeği götürmüştüm.
Hanımına verdim ve bunu ısıtıp getirmesini söyledim.
Üç kaba koyduk ve tatlı tatlı yedik.
Yerken hanımı: “Bir haftadır yüzü ilk defa gülüyor.
İki gündür ağzına bir lokma almadı.
Senin getirdiğini bak bitirdi” dedi.
Altı önce gittiğimde işyerine gidip geldiğini, ancak yolda bir saatten fazla trafikte iki kamyon veya tır canavarları arasında araba içinde bunaldığını anlattığında kendisine “Bak o tır ve kamyonlar, senin ürettiğin malları taşıyorlar. Binlerce insan o mallardan yararlanıyorlar, kamyoncular, hammallar, perakendeciler, toptancılar…senin ürettiklerinden faydalanıyorlar, sen ve ailen para kazandığınız gibi sevap da kazanıyorsunuz.” Dedim.
Bir sonraki gittiğimde “Kamyon ve tırların ne kadar sevimli yaratıklar olduğunu anlatıverdi bana.
Arının ağzından bal akarken kuyruğundaki iğnesinden de zehir akar. Hayatı önünden karşılayıp tatlandırmak varken neden tersinden yaklaşıp zehirlenelim?
Hastalığın da tadına doyum olmuyor.
Yıllar önce galiba griptendi bir titreme aldı beni.
Vücudum ateş olmuş yanıyor, içim ise buzhanede kalmış gibi donuyor.
Kemiklerim etlerim, hatta saçımın telleri bile sızlarken ben “Allaaaah” diyorum.
İşte o zaman bu ağır grip hastalığını da sevdim ben.
Vücudumda kaç trilyon hücre varsa hepsi birden dilimdeki zikre katılıyor ve “Allaaaaah” diyordu.
O günden bu güne kadar yürekten bir “Allaaaah diyemedim.
Hani Şair:
“Leb zikirde, gönül fikri cihanda
Arada kaldı sübha-i mercan mütereddid”
Yani şimdilerde zikir yaparken dilim Allah der, gönlüm dünyanın bütün güzelliklerini hayal eder. Bu arada kıymetli mercan teşbihim de gönlünün gezdiği yerlere mi gideyim yoksa dilinin dediği yere mi gideyim diye tereddüt eder” diyor.
Hastalanınca dilim de, gönlüm de, aklım da, fikrim de yıllardır “Sağlık” denen mutluluk bahçesinin içinde sağlığın değerini bilmeden, onu bana verene yürekten şükretmeden yaşadığımı hatırlattı ve hastalığımı da sevdim.
Hastalığın altına tertemiz çarşaflar serdim. Koynuma değil iliklerime yerleştirdim ve üç gün onunla kucak kucağa oynaştım.
Giderken de bir daha gelmemesi için tenbihler ettim ve uğurladım.
Hani facebookda dolaşan bir güzel söz var: “Derdin ne kadar büyük olursa olsun, ondan büyük Allah var”
Karacaoğlan’ın “Yazılanlar gelir sağ olan başa” diye terceme ettiği ayet-i Kerime en güzel mutluluk kaynağınız olsun:
قُلْ لَنْ يُصِيبَنَا إِلَّا مَا كَتَبَ اللَّهُ لَنَا هُوَ مَوْلَانَا وَعَلَى اللَّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ
“De ki: "Bize ancak, Allah'ın yazdığı isabet eder. O, bizim Mevlamızdır. Mü'minler ancak Allah'a tevekkül etsinler" (Tevbe süresi ayet 51)