Karaman’da
delilerin hamisi Deli Said, İstanbul’da delilerin sığınağı Abdullah Işıklar.
Bunların
ikisini de, çok akıllı olduklarından etraftaki delilerin yeme ve içme işlerini
hallederken tanıdım.
Kadiri
dervişi Deli Said, (Allah rahmet eylesin) Karaman’ın Kervansaray semtinde
çalıştırdığı pastane, Karaman’ın delilerinin yiyip içtiği yerdi.
Restoran,
pastane çalıştıranlar, hemen aklınıza, “Delilerin geldiği yere akıllılar gelmez
ve kaybederim” yanlışı gelmesin.
“Karaman’ın
delilerine de bakıyor” diye birçok insan, pastasını Deli Said’den alırdı.
Birçok
pastane açıldı-kapandı ama Deli Said’inki yıllarca devam etti. Abdullah ağabey
ise (Allah sıhhat ve afiyetini devam ettirsin) İstanbul’un velileri ile
delilerini iyi tanır.
Abdullah
ağabey, (D: 1933-) zor günlerin gazetecisidir. Büyük gazetelerde muhabirlikten
yetişmiş, yayıncılığa başlamış IŞIKLAR YAYINEVİ’ni kurmuş.
İslamcı
dergi ve gazetelerin kapatıldığı günlerde o gazete çıkarır ve ihtiyacı karşılar.
1957
yılında çıkardığı Fetih gazetesinde Hasan Basri Çantay, Eşref Edip, Necip Fazıl
Kısakürek gibi yazarlar…
12
Eylül darbesinden sonra çıkardığı Mizan gazetesinde Enver Baytan, Mahmut
Toptaş, Mehmet Şevket Eygi gibi yazarlar vardı.
Ortalık
sükûna erince gazetesini kapatır, yayınevine ağırlık verir.
Bir
gün Sultanahmet’teki Firuzağa Camii’nin köşesinde, ilk defam gördüğüm, sırtında
çantası, elinde asası, saçları tepesinde toplanmış ve yukarıya doğru otuz
santim kadar spreyle dondurulmuş bir adam, boşluğa uzunca sövdü.
Susunca,
seyredenlerden para vermek isteyenlerden almıyor, zorlayana da azarlar gibi,
“Yoluna devam et” diyordu, almıyordu.
Bir
gün Sultanahmet civarında giderken karşılaştık ve cebimden çıkardığımı verince
aldı ve anama, atama tüm geçmişime dua ederken bas bas bağırıyordu.
Deliler
hamisi Abdullah ağabeye onu sordum.
“Yalnız.
Allah’tan başka kimsesi yok. Adı Aydın. Herkesten almaz. Senden aldıysa seni
sevmiş demektir” dedi.
Dün,
Abdullah ağabeye son durumunu sordum, Dar’ul-Aceze’de vefat ettiğini söyledi ve
bir hatırasını anlattı: “Bir gün geldiğinde, ‘Biz bu hale nasıl geldik, halimiz
ne olacak Aydın ağabey’ dediğimde, ‘Bizi bir araya getirmemek için aramıza
demokrasi bombası attılar ve paramparça ettiler’ diye cevap verdi” dedi.
Bir
gün Abdullah ağabeyi çıkardığı gazete idarehanesine girdiğimde üç tane deli
oturmuş çay içiyorlar.
Ben
de beşincileri oldum.
Derken
biri daha geldi ve bana, “Kilo almışsın” dedi.
Ben
de, “Sen kadar değil” dedim.
“Bak”
dedi, “Yarın kırk zeytini sayacaksın, otuz dördünü sabah kahvaltısında, 33’ünü
öyle yemeğinde, 33’ünü de akşam yiyeceksin. Sudan başka bir şey yemeyeceksin.
İkinci
gün 39 yiyeceksin, her gün bir eksilterek, kırkıncı gün bir tane zeytin yiyerek
bir ömür boyu bir zeytinle yaşayacaksın” dedi. -Aman siz bu deli tavsiyesine
uymayın- ben de ona, “Senin bu tavsiyene iki sebepten uymam;
Birinci
sebep, sen kendi tavsiyene kendin uymuyorsun, bana söylüyorsun. Kur’an-i
Kerimde:
“Ey
iman edenler yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?” (Saff süresi ayet 61/2)
diyor.
İkinci
sebep, Sevgili Peygamberimiz meşru olan her şeyi yememizi ve midemizin üçte
birini yemekle, üçte birini su ile, üçte birini de hava ile doldurmamızı
tavsiye ediyor:
“Ademoğlu,
karnından daha şerli bir kap doldurmamıştır. Ademoğluna belini dik tutacak
kadar yiyecek yeterlidir. Yediğinde de midenin üçte birini yemek, üçte birini
içmek, üçte birini nefes almak için ayırmalıdır” (Tirmizi, Sünen, K. Zühd, bab
47, Nesai, Sünen, K. Adab’ül-Ekl, bab 23, Hakim, Müstedrek, K. Rikak, hadis no
7945).
Hadisini
de anlattıktan sonra, “Allah bu dünyada cömertliğimi devam ettirirse, öbür
dünyaya gittiğimde de cömert olmak isterim. Kabirde ziyaretime gelen böceklere
de bol bol ikramda bulunmak isterim” deyince, “Akıllı buuuu” deyivermişti.