“Hoş” kelimesini sarhoşlara kaptırmışız.
Haberler, filmler, tiyatrolar, eğitim kurumları, anneler, babalar, hayatı hoş görenlerin değil, hor görenlerin gözüyle bakmaya alıştırıyorlar bizi.
Şu anda bulunduğunuz yerden etrafınıza yeniden bakın.
Etrafta hoşlanacağınız çok şey varken gözleriniz hoş olmayana takılıp onu büyütme tarafına yöneliyor.
Sicim gibi yağan yağmur şakırtısı, sokaklardan akan selin çağıltısı, dingin barajların su depolarken kucak açan sakinliği ne hoş değil mi…
Havası hoş, suyu hoş, dağları, dereleri, gülleri hoş yeri sevmeyen adam olur mu?
Özü hoş, sözü hoş, hali hoş, gelişi hoş, gidişi hoş insanı kim sevmez ki?
Kainatın her zerresi/en küçük parçası/atomu, sevincinden sarhoş diyor Mehmet Akif Ersoy merhum:
“Bütün zerrâtı sun’un bir müebbed neşveden serhoş;
Sağım serhoş, solum serhoş, İlâhî, ben ne yapsam boş!”
Hoş hal olun.
Hoş vakit geçirin.
Hoş geçinin.
Hoş görün.
Hoş görünün.
En zor zamanınızda bülbülün, bin bir dikeni görmeyip bir tek gülü görüp şakıdığı gibi bakın aleme.
Eleminizi aleme anlatıp, havayı kirletmeyin.
Ciğerinizden kan gelse “Kızılcık şerbeti de kırmızıdır, gül de kırmızıdır” deyin, bütün kırmızıları sayıverin.
Karacaoğlanın:
“Bana kara diyen dilber
………
Gözlerin kara değil mi?
Saçların kara değil mi?
Kahve de kara değil mi?
Kara donlu Beytullahın
Örtüsü kara değil mi? Diyerek ortamı hoş hale getirmeli.
Sen hoş olursan, alemi hoş görürsün.
Köy ve şehirlerin küllüğü kadardır hoş olmayan yaratıklar.
Binlerce kilometre karelik manzaranın arasında küllükte debelenen adamların küllük fikirlerine takılıp içimizi bulandırmayalım.
Onların yaptığına bakarak onları hor görmeyelim.
Üzerlerine kusarak kendimize de işkence yapmak yerine onları da kurtarmanın yollarını arayalım.
Bir tek Allah’a imanın var.
Daha ne istersin alemden?
Ya “Üç” deseydin, ya “Hiç” deseydin ne olurdu halin?
O’nunla hoş ol, O’da senden razı olsun.
Ondan sonra, O’nun yarattıkları sana hoş gelir.
Galip dedenin:
"Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen,
Merdûm-i dide-i ekvan olan Adem'sin sen." dediği gibi insan, alemlerin bir hulasası, kaymağı ve kainatın göz¬bebeğidir.
Köylülerinizi, şehirlilerinizi, milletinizi hor görmeyin.
Ailesini, akrabalarını, köyünü, milletini hor gören, pusturur.
İşini hor gören kıstırır.
Aşını hor gören kusturur.
Onun içindir ki, Haşr süresinin 21. ayetinde de ifade edildiği gibi yerin ve göğün taşıyamayacağı bu Kur'an, bu insana indirilmiştir.
Kainatın taşıyamadığını yüklenen, kainat fanusuna sığmayan nur sana verildi.
Fuzuli, Mecnun dilinden Leylası için:
“Ben şem'i seraçe-i firakım
Suzu ciğer İle hoş mezâkım”
Yani, ben ayrılık saraycığının mumu gibiyim.
Ağzımı tatlandıran yiyeceğim ise yanık ciğerimdir” diyor.
Mum yumuşaktır, bağrında ateş taşır, kıvılcım olmazsa yakmaz, yanarsa ışık olur, kendisi yar yolunu aydınlatırken yolunda ölmenin tadına varır.
Biz onu, Mevla’mız için deyiversek, rahmetine, afvına, sevgisine kavuşma ümidiyle yaşasak, ayrılık hüznü bile, bize bal gibi gelir.
Mevla’nın sevgisinden bir kıvılcım alalım, bir kıvılcım verelim ki, alem aydınlansın.