Dünyanın en zalim ve güçlü devletlerinin başında gelen Roma ile yine dünyanın en hilekar ve en başarısız Yahudilerin birlikte hareket ederek Hazreti İsa aleyhisselamın tebliğle görevli olduğu Allah’ın dininin önünü kesmek için onu çarmıha germeye karar vermişler, ama Allah celle celalüh İsa aleyhisselamı çarmıha değil kendi katına yükseltmiş.
Tebliğ ettiği dini de Roma’nın bağrında çiçek açtırmış.
Şu anda bile tahrif ettikleri İncil’in merkezi, Roma’nın kalbi durumundaki Vatikan’dır.
Şeytanın süslü, aldatıcı sözlerine kanan Hazreti Adem ile Havva anamız, dünya sürgününde pişmanlığını Rabbine arz edince, affa uğramış olarak Rabbine döndü ama kibrinin gölgesini kendisine hayat alanı olarak seçen şeytan, hala kendi çizdiği sınırın mahkumu olarak azabda devam etmekte.
Rabbinin emrini uygularken şeytani mantığın esiri olmayan, “Susuz Yerde gemi mi yapılır” diyenlere aldanmadan karada gemiyi yapan ve Allah’ın vahyine göre hareket eden Nuh aleyhisselam, kurtuluşa ermiş, mantıklı hareket ettiğini sananlar suyun içinde cehennem azabını tatmış.
Nil vadisinde, Firavun’un sarayında, bir eli balda bir yağda yaşarken, Rabbinden aldığı vahye uyan ve hala bu gün bile insanların girmeye ve geçmeye korktuğu, bir damla su ve ağıza alınacak bir lokma et ev otun olmadığı Tih sahrasına göç eden Musa aleyhisselam, Mısır’a ve Kudüs’e hakim olmuştur.
Hac ve Umre’ye gidenler, Mekke ve Medine arasındaki yolu otobüsle geçenler bilirler ki, yollar yeşile hasrettir.
İbrahim aleyhisselamın ifadesiyle ziraata da hiç elverişli değildir. (İbrahim süresi ayet 14/37)
Suyun çıkmadığı, otun bitmediği yerde ailesini iskan etmesini emrettiğinde hiç tereddüt etmeden hanımı Hacer ile oğlu İsmail’i oraya yerleştiren İbrahim aleyhisselam hala adı ağızlar tatlandırmaya örnek ve önder olmaya devam ediyor.
Nemrut ise diktiği putlarla anılıyor.
Günümüz Nemrutlarına, Firavunlarına, şeytanlaşmış insanlarına bakarak yoldan kalmayın.
Akıllı ve mantıklı kişi, akıl ve mantığı insana lütfedenin dediğine uyar.
Allah’ın verdiği aklı, Allah’ı inkarda kullanan ve inkarını desteklemek için mantık kuralları koyanların şeytani fikirlerine uyarak Kur’an’ın hükümlerini şeytanlaşmış insanların hükümleriyle bağdaştırmaya çalışıp ardından da “Mantık bunu gerektirir” ukalalığı yapmamalı.
Müslüman tam teslim olan adamdır.
Kime teslim olalım?
Avrupa Kriterlerine mi?
Birleşmiş Milletler Kriterlerine mi?
Şuanda yani bu makaleyi okurken yediğiniz bir dilim ekmekten gözünüze yağ gönderen, tırnağınıza fosfor gönderen, saçlarınızın sayısına göre gıdasını veren, ciğerlerinize aldığınız havayı parasız lütfeden, kalpteki kanı her hücrenin ihtiyacı kadar ayarlayan ve sizi hayatta tutan Rabbinizin vahyinin önüne, ölümlü hiçbir insanın kriterini geçirmemeye dikkat edin.
Kafanızı kaldırın ve güneşe bakın.
Dünyanın bütün devletleri birleşseler, güneşin doğmasını engelleyemezler.
Bir saniye önce veya sonra doğmasını sağlayamazlar.
Kur’an-i kerim Rabbimizin Kelam sıfatındandır.
Güneşi söndüremeyenler, onun Kelamının nurunu haydi haydi söndüremezler.
Delil mi, Aslan Yürekli Rişarları Haçlı seferleriyle bu dini kökünden kazımak için ordularının önünde yürümüşler söndürememişler de şimdikiler, savaş gemileri, zırhlı araçlar, kurşun mesafesinin üstünde uçan savaş uçakları, binlerce kilometre uzaktan gönderdikleri füzelerle, onların başında duran zenci, aborjin, aztek gibi paralı askerlerin on bin kilometre gerisindeki beyaz veya kızıl saraylarında saklanan adamlar mı başarılı olacaklar.
Rabbimiz buyurur:
يُرِيدُونَ أَنْ يُطْفِئُوا نُورَ اللَّهِ بِأَفْوَاهِهِمْ وَيَأْبَى اللَّهُ إِلَّا أَنْ يُتِمَّ نُورَهُ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ
“Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek ister¬ler. Kâfirler hoşlan¬masa¬lar da, Allah nurunu ta-mamlamaktan başka bir şey istemiyor.” (Tevbe süresi ayet 9/32, Saff süresi ayet 61/8)
Biz, Müslüman-Kafir herkese, her şey, suya, ateşe, güneşe, çiçeğe, çocuğa, taşa, kuşa, denize, yıldıza, yaratılan her şeye karşı görevimizi yaratanın belirlediği kurallar içinde, sorumluluklarımızı yerine getirmeye devam edelim, gerisine aldırmayalım.
Sevgili peygamberimiz, Taif’e tebliğ için gittiğinde onların aşağılaması ve taşlaması sonunda şehrin dışında bir ağacın gölgesinde söylediklerinin bir bölümünde:
إِنْ لَمْ تَكُنْ غَضْبَانَ عَلَيَّ فَلا أُبَالِي
“…Eğer sen bana kızmamışsan ben bunların (taşlamasına) aldırmam…” (İbni Hişam, Siret, 1/419, Taberani, Kebir, hadis no 13655)