Ten ve candan meydana geliyoruz. Tenimizin gelişmesini tartıyla gördüğümüz gibi aslında canımızın da geliştiğini görmek istersek görebiliriz. Can/ruh görülmediği için, tartısı da görülmez. Siz, onun gelişimini kendinize, ailenize, komşularınıza, mahallenize, şehrinize, ülkenize ve tüm insanlığa ve varlık âlemine yaydığınız iyi, güzel, faydalı davranışlarımızdan anlayabilirsiniz. Dünkü aldığımız gıdalar değildir bu günkü yediklerimiz. Aynı şeyleri yesek bile biz, dünkü adam değiliz. Dünden bu güne ömrümüzden bir gün kaybetmişiz. 40 bin nefes tüketmişiz. Milyonlarca görüntüyü hafızaya kaydetmişiz. Biz, dünkü adam değiliz. Can gıdası ile ten gıdası arasında ters ilişki vardır. Tenimiz, aldığı her nefes, su, yemek gıdasıyla haz alırken ömründen de kaybeder. Can gıdamızı, canı yaratanın gönderdiği ayetlerle beslersek, beslenme şeklini de Sevgili Peygamberimizin sünnetiyle süslersek biz yine dünkü adam olmayız ve “iki günümüzü denk olmaktan” çıkarıp bu güne yeni şeyler vererek canımıza can katarız. Damarlarımızda kan dolaşırken, canımızın yönettiği her hücrede iman dolaşırsa işte o insanlar iki dünyanın güzelliklerine kavuşmuş olurlar. İlkokuldan üniversiteye kadar bütün okullarda öğretmenlik yapanlar, aslında ev ev dolaşarak süt satan değerli insanlar gibidirler. Farkları, bilgi sütü sunduklarından ücret istemezler. Hangi ilim dalından bahsederlerse etsinler, aslında Allah celle celühten bahsetmiş olurlar. Fiziğin kanunlarını, kimyanın kanunlarını, biyolojinin kanunlarını, fotoğrafçılığın nesnesini, çekim şartlarını oluşturan yine Rabbimizdir. Meke Gölü’nün fotoğrafını çektim. Kendim de hayran oldum ama ben ölçü değilim. İşten anlayanların hayran kaldığı bir fotoğraftı. Tekrar aynı yere aynı saatte gittim ama aynı fotoğraf çıkmadı. İkinci sene aynı ay, aynı gün ve aynı saatte gittim yine olmadı. İstanbul’da bir yarışmada birincilik alan ve geçimini bu işten sağlayan bir dostuma anlattım, “Aynı fotoğraf iki kere çekilemez” deyiverdi. Hani, “Aynı derede aynı su ile iki kere yıkanılmaz” dendiği gibi. Doktorlarımızın ifadesine göre bir günde milyarlarca hücremiz ölür ve yenileri gelirmiş. Onun için sabahleyin karşılaştığınız insanlara ilk defa görüyormuş gibi candan, yürekten, gönülden selam verin. Yeni yüzünüzle selam verin. O gün içinde aldığınız ruhi gıdanızın neşesiyle selam verin. Tenimiz için üç öğün yemek yerken canımızın gıdalarından olan namaz beş vakitte kılınıyor Rabbimiz, selamlaşmamızı yani sosyal kaynaşmamızı düzenlerken selam vermeye dikkat çekiyor ve selam verenden daha güzel selam almamızı söylüyor: “Bir selamla selamlandığınızda, ondan daha güzel selam verin veya aynıyla karşılık verin. Muhakkak Allah, her şeyin hesabını yapandır” (Nisa süresi ayet 4/86). Hiçbir meal/terceme, aslın yerini tutmaz. Ayette, “Selam” anlamına gelen kelimenin kökü “Hayy”dır. “Hayy” ismi Allah celle celalühün güzel isimlerinden biridir. Hayatı veren O’dur. O’nun bir ismi de “Selam”dır. Tanıdığın-tanımadığın herkese selam verdiğinde aslında ona sağlık, esenlik, hayat veriyorsunuz. Bunu bu toplumdan esirgemeyiniz. Sütün bedene vereceği gıdadan daha etkilidir. Teninize süt verirken canınıza ve bütün canlara da selam gıdasını vermeyi ihmal etmeyiniz. İmamlarımız, her namazın ardından şöyle Ağustos’ta esen yayla yeli gibi ruhlarını okşayan bir sesle, Allah kelamından cemaati mahrum etmeyin. Yavrusuna sütünü vermeyen ve cami kapısına bırakan anneler gibi olmayın. (Parantez arasında söyleyeyim, o bulunan çocuğa acıdığımdan daha fazla ben, o ciğerparesini bırakmak zorunda kalan anneye acır ve bir şeyler yapamamanın acısıyla ağlarım.) Prof’lar, Doç’lar, doktorlar, öğretim görevlileri, hastalık gibi zorunlu haller olmadıkça derslerinize devam ediniz. 45 dakikalık dersin, her saniyesinin hesabının sorulacağını biliniz. Resim hocasının, öğrencileriyle üzerinde tartıştığı resmin ressamını da tanıttığı gibi, siz de öğrettiğiniz her kanunun koyucusunu tanıtınız ki, çocuklarınız, hem ten gıdalarını alsınlar, hem can suyunu almış olsunlar.