Rabbimiz, toprağın bağrına düşen tohumları zayi etmez.
Her birini yüz kat yaparak yüceltir, havalandırır, canlılara gıda yapar ve her tohumun devamını sağlar.
Kurtuluş Savaşı’ndan sonra İslam’ın, Kur’an’ın, camilerin, medreselerin, yangın yerine çevrildiği dönemlerde kendi evlerinde, dağ başlarında, tren kompartımanlarında, kaçak, gizli gizli Kur’an eğitimi veren değerli hocalarımızın gönüllere ektikleri boy vermeye başladı.
Sevgili Peygamberimizin hayatını, halini, insanlığa taşıyan ve bu hizmetini hep gözlerden uzak tutarak yapan samimi, halis niyetli tarikat şeyhlerinin sıcak nefesleri de, yeni neslin boy vermesine katkıda bulundu.
Fakir Anadolu çocuklarının üniversite yıllarında kurduğu Milli Türk Talebe Birliği, Akıncılar, Milli Mücadele, Milli Gençlik Vakfı, Anadolu Gençlik Derneği, Yeniden Milli Mücadele, İbda C, Müslüman Gençlik gibi dernekler vasıtasıyla bozulmayı önledikleri gibi düzelmeye katkıda bulunmuşlar.
Sırat-ı Müstekım, Sebil’ür-Reşad, Büyük Doğu, İslam, Diriliş, Altınoluk, Ribat, Mektup gibi dergileri eğitim aracı olarak kullandılar.
Bu hafta Gaziantep ve Kahramanmaraş’ta salonlara sığmayan MGV ve AGD gençliğini görünce hiç tereddüde düşmeyen moralime taze kan geldi.
2002 yılında birkaç makalemde şöyle yazmıştım:
“Sayın Necmettin Erbakan, siyasete atılmadan önce il ve ilçelerimizde iki belediye başkanı aday olurdu.
Genellikle biri sağcı sarhoş, öbürü solcu sarhoş olurdu. Hatta o günlerde ağzına içki koymayan değerli bir aday için sevenleri, ‘Seni severiz ama oy vermeyiz. Çünkü sen, bakan bey gelince içki içmezsin, içirmezsin’ diyorlardı.
Şimdilerde devran değişti. Eskiden ayaklar baş idi. Şimdilerde tekrar başlar baş, ayaklar ayak işlerini yapmaya başladı ve bütün partiler, şehrin en dindar en erdemli ve en çalışkan insanını aday göstermeye başladı.
Bu seçimde en sol partilerden en liberaline kadar bütün partiler vitrinlik milletvekili adayı olarak, ilâhiyat profesörü, müftü, vaiz, şeyh, imam aramaya başladılar.
Marks’tan, Lenin’den, Engels’ten aldığı taktiklerle hep batağa saplanan siyasilerimiz, şimdilerde Yunus Emre’lerden, Hacıbektaş-ı Veli’lerden, Şeyh Edebali’lerden, Hoca Ahmet Yesevi’lerden feyiz almaya başladıklarını deklere ediyorlar.
DSP’nin kadın milletvekili dahi Cuma namazına gidiyor. ‘Bütün bunlar halkımızı kandırmak için yapılıyor’ denebilir.
Ama burada %98’i Müslüman olan insanımızın hassasiyetinin İslâm ve onun yansıması olan dürüstlük olduğu ortaya çıkar.
Naylon gömlekler ilk çıktığı günlerde fiyatı, yün ve pamukluların çok üstünde idi.
Aradan yirmi yıl geçmeden, Hz. Adem’in giydiği yün, tekrar değerini buldu ve kimse mecbur kalmadıkça naylon gömlek giymiyor.
Naylon marka düşünceler, fikir çöplüğüne atıldı.
İnsanı yaratan Allah’ın (c.c.) ilâhi mesajları tekrar yeniden değer kazanmaya başladı” diye yazdıktan sonra yine bir makalemde:
“Sayın İbrahim Tatlıses, seyircilerinin ellerini kaldırtıp, 2002 yılına dualarla girdi. 1970’li yılların dansözleri yok artık. Onlar da yarı tesettürlü oldular.
1970’li yıllarda Hatice Babacan’la Şule Yüksel Şenler hanımefendiler başörtüsü mücadelesi verirlerken Türkiye üniversitelerinin tamamındaki başörtülülerin toplamı şimdilerde bir fakültedekine denk değildi.
Değişim, tepeden-tabana, tabandan-tepeye kadar her kesimde, kendi şartları içinde ve güçleri oranında olursa o değişim sağlıklı bir değişimdir ki, Türkiye’de bu sağlıklı değişim, gözle görülmekte ve baharın gelişi gibi her yeri kavramakta ve kaplamaktadır.
Ne olur, bulunduğunuz yerde hayırlı hizmetlerin bir yerinden de siz tutunuz” demiştim.
“Milletvekillerinin tamamı, bu ülkenin okullarından ve camilerinden geçerek oraya gelirler.
Okullar ve camiler, asli görevini yapar hale gelirse, halkın tamamı, imanlı, ilimli, edepli, adaletli, insaflı, liyakatli, hür, kahraman yetiştirilirse, seçimlerde kafayı yormaya gerek kalmaz.
Kim hangi partiden seçilirse seçilsin değişmez” demiştim ve demeye devam edeceğim.