Ankara’da Demirler Pasajı’nda
Edebiyat dergisinin idarehanesine girdiğimde merhum Nuri Pakdil yalnız başına
oturuyordu.
İçi, dünya Müslümanlarıyla dopdolu
olsa da dışından öyle görünüyordu.
Yalnızlığı kendisi mi seçti, yoksa
yalnızlığa terk mi edildi bilmiyorum.
En yakın on kişiden bazıları bir
şeyler anlatmak istese de ben onları dinlemeden kendilerine, “Buna rağmen ben
olsaydım onu yalnız bırakmazdım” dedim. Onu hiç yalnız bırakmayan “Saatçi Musa”
diye bilinen Musa Çağıl’dan Allah arzı olsun.
Kapıdan benim girişimi görünce
sevinçle kalktı, kucakladı, yer gösterdi ve ikimiz de daha yerimize oturmuştuk
ki, “Mahmut hoca, sana yeni bitirdiğim bir mektubu, gideceği yere göndermeden
okuyayım” dedi ve okudu.
Mektubun okunması bitince, şaka
olsun diye, “Ağabey, zannederim ki bu mektup değil, Kanuni Sultan Süleyman’ın,
İran şahına yazdığı mektup” dedim gülüştük.
Mektubun yarısını anladım, yarısını
anlayamadım. Çok ağır bir Osmanlıca idi.
Nuri Bey merhum, anlatmaya başladı,
hatırımda kaldığı kadarıyla okurlardan biri, Nuri Bey’in yazılarında, öz
Türkçeyi fazla kullandığını, ağır bir dille eleştirmiş.
Nuri Bey merhum da, ona bu mektubu
yazarak cevap vermiş ama mektubun sonunda, “Sen bu dili de anlamazsın” demiş.
Nuri Bey ve çevresindeki
arkadaşları, o günlerde Ecevit’ten daha ileri seviyede Öztürkçe kelimelerle
yazıyorlardı.
Nuri Bey, mesajın ulaşmasına önem
veriyordu.
Benim de bu günkü konum bu.
Geçmişte taşlara yazılanlar,
resimlerle bir şeyler anlatmaya çalışanlar, hep mesajı öne alıyorlardı.
Sultanahmet Meydanı’ndaki dikitlerde
resimlerle, Mısır Anayasası’nın yazılı olduğunu söylerler.
Asıl olan mesajdır.
Rabbimiz, bunun en doğru yol
olduğunu:
“Biz, her peygamberi kavminin
diliyle gönderdik ki onlara açıklasın. Allah dilediğini saptırır dilediğini
hidayette kılar. O, Aziz’dir, Hâkim’dir” ayetiyle bize bildirir. (İbrahim
Süresi ayet 14/4).
Yazı, çizgi, işaret bunların hepsi,
mesajın karşı tarafa ulaşması içindir.
İçeriği/muhtevayı bırakıp şekille
uğraşmak yok, içeriği önemseyip şekli bırakmak da yok.
Biz, ten ve candan meydana geliriz.
Kur’an-ı Kerim, Sevgili
Peygamberimize Arapça nazil olmuştur. Her dilde olduğu gibi Arapçanın da
lehçeleri vardır.
Sevgili Peygamberimiz Kureyş
kabilesindendir. Ama Sevgili Peygamberimiz, Himyerilere konuşurken onların
lehçesini kullanarak konuşmuştur:
Arapçada bilinen isimlerin başına
lam’ı tarif getirilir. Mesela “Mescid” denildiğinde dünyadaki bütün mescidler
kastedilmiş olur ama “el-Mescid” denildiğinde o bilinen mescid anlatılmak
istenmiş olur. İngilizce deki The eki gibi.
Ama Himyerliler “el” takısı yerine
“em” takısı kullanırlarmış.
Sevgili Peygamberimiz onlara bir
konuyu anlatırken:
“Sefer halinde iken oruç tutmak
iyilik/takva değildir” derken onların lehçesini kullanmış. (Ahmed, Müsned, Ka’b
bin Asım el Eşari Hadisi, Şafiinin Müsnedi, Hadis no 759, Humeydi nin Müsnedi
Hadis no 903).
Mehmet Akif Ersoy merhumun
Safahat’ındaki şiirlere dikkat ettiyseniz, ilk dönem şiirlerinin anlaşılması
zor iken, son dönem şiirleri anlaşılır haldedir.
Cizre’de, Erzurum’da, İzmir’de,
Ağrı’da, Edirne’de konferans verirken, o bir saatlik zamanda onlara dil dersi
vermeye gitmedik.
Mesaj, doğru, herkesin
anlayabileceği, anlatabileceği, faydalanabileceği, güzel, edepli, tatlı, akıcı,
huzur ve heyecan verici, iç açıcı, cesaretlendirici, bilgilendirici, az kelime
çok mana, yani az ve öz olmasına dikkat etmeli.
Dünyada üç binin üzerinde dil
kullanılırmış.
İslam’ın, sekiz milyar insana
ulaşması gerekir.
Sekiz milyara önce Arapça öğretip
sonra İslam’ı öğretmek bir ömre sığmaz.
Onun için her dilde, İslam’ı anlatan
kitaplar, broşürler basıldığı gibi vaazlar, konferanslar, sohbetler verilir.
İnternet yoluyla “Önce Türkçe
öğretelim, hem de Osmanlıca olsun, ondan sonra mesaja geçelim” demiyor yeni
nesil ve doğrusunu yaparak bildikleri her dilden yayın yapmaya devam ediyorlar.
Her Cuma hutbesinin ardından İmam
efendi:
“Dikkat ediniz, sözlerin en güzeli,
kelime ve cümlelerin dizilişinin ve
manaların o kelimelere yerleştirilişinin en belağatlisi/ahenklisi Allah
kelamıdır…” diyerek örnek kitabımız Kur’an-ı Kerim’e dikkat çekerek hutbesini
sona erdirir.