Mahmut TOPTAŞ
En az kelimeyle meramını, okuyan herkese anlatma yeteneği olan sosyalist ve saygın yazara: “Aslında asgari ücret, Cumhurbaşkanının maaşıyla belirlenmeli. Hazreti Ömer döneminde en az maaş alan, Yemeni, İran’ı, Mısır’ı, Arabistan yarımadasını ve Birleşik Arap Emirlikleri’ni yöneten hazreti Ömer olduğunu” söylediğimde o sosyalist yazar, “Hoca efendi o zaman kimse milletvekili olmaya heves etmez” demişti.
Ben de ona, “Orası, heves yeri değil, hizmet yeri” demiştim. “Bütçe yetmez” dediğinde, “Türkiye’de en az alanla en çok alanların maaşlarını topla, maaşlılar sayısına böl ve ona göre dağıt. İşte o zaman yeterli olur” deyince aklına yattı ama yıllardır savunduğuna yatmadı. Hatta bir defasında, “Merhum Süleyman Demirel’i örnek vererek işçilerle kilosu, midesi, kumaş metresi arasında çok az fark var. Maaş farkı da o kadar olmalı” diye yazmıştım.
Sevgili Peygamberimiz maaş almadığı gibi bütün peygamberlerin, “Sizden ücret istemiyorum” dediğini Kur’an’ı Kerim haber veriyor.
Hazreti Ebubekir, yönetimi boyunca hiç ücret almamış. Hazreti Ömer de Danışma Meclisi üyeleri teklif etmiş, o da kabul etmiş. Takdir edilen ücret de Yakubi tarihinin verdiği maaş listesine göre en az alanlardandır.
Böyle bir ortam sağlansa, en az ücret başkanın maaşı kadar olsa, üst sınır ise belirlenmese, özel teşebbüs istediği uzmanı anlaşabildiği maaşla işe alsa hem uzmanlık, maharet, bilgi, beceri teşvik edilmiş olur, hem mağdurlar mahrum bırakılmamış olur.
Sendika başkanıyla en az alan işçi aynı maaşı alırsa ve o maaş da Cumhurbaşkanı’nın maaşıyla denk olursa sendikaya da, greve de ihtiyaç olmaz. Ama “biz, çöplükte yaşamaya hazırız ama…” diyenler,
“Margarin yağı kuyruklarını özledik” diyenler,
“Nuh” deyip Peygamber demeyenlerdir.
16/02/2015 tarihinde bu sütunda, “NUH DİYORLAR PEYGAMBER DEMİYORLAR” başlığı altında aşağıdaki makalemi yayınlamıştım buyurun ve lütfen okuyun:
28 Şubat döneminin en şiddetli zamanıydı.
19 Kasım 1999 günü saat 20.00 idi.
Kredi Yurtlar Kurumu’na bağlı Kız Yurdu salonunda Müdire hanımın verdiği bilgiye göre 900 öğrenciye konferans veriyorum.
Koltuklar almadığı için yarısı ayakta dinliyor.
Konuşmamın konusu olmamasına rağmen Maide süresinin 32 inci ayetinin manasını kısaca, “Haksız yere bir adamı öldüren bütün insanlığı öldürmüş gibidir” dedim, ön taraflarda oturan bir kız, “Yani, haklı yere öldürülebilir öylemiiii” dedi.
O günlerde basının birinci konusu, idam kaldırılsın mı kaldırılmasın mı idi. Yılmaz, Ecevit, Bahçeli üçlüsü, idam kararı Yargıtay’ca da onaylanan Abdullah Öcalan’ı kurtarma operasyonunu başlatmıştı, basını kullanarak beyin yıkama dönemi devam ediyordu.
Asıl konuma ara vererek konuşmamı o soruya yoğunlaştırdım. Önce soruyu herkesin duyması için tekrarladım. Ardından, ben bu arkadaşınıza, “Evet ben idam edilmesi taraftarıyım” dedirteceğim, siz arkadaşınıza yardım edin “Evet demesin” dedim.
O günlerde basında bir olay daha vardı. Okuldan yeni mezun olmuş bir kızımız, ilk maaşıyla anasına bir şeyler almak için çarşıya çıkmışlar, eve dönerken durakta bir taksi yaklaşır ve zorla onları arabaya atarlar ve kaçarlar. Fatih ormanında kız ölü olarak, annesi elli küsur yerinden bıçaklanmış olarak canlı bulundu.
Kıza o olayı hatırlattım. “Allah korusun o kız sen olaydın, o üç serseri, annene önce tecavüz edip sonra öldürürken çantanda tabanca olsaydı ne yapardın? ‘Yazıııık, bunlar da can taşıyoooor, kıyamaaaam mı’ derdin?
Cevap ver ne yapardın dedim.
‘Üçünü de öldürürdüm’ dedi.
“İzmir’de oturuyorsun. Yunanlılar gemileriyle gelmişler, rıhtıma çıkmışlar ve gördükleri herkesi öldürüyorlar. Senin evinin önünden geçiyorlar, balkondan alkış mı tutarsın, kurşun mu sıkarsın? dediğimde,
Cevabı, “Kurşunum yoksa saksıları atarım” dedi.
Kur’an-ı Kerim, hayal kitabı değildir.
Yaşayan insanların hayatını düzenlemek için indirilen kitaptır. Ellerinde Kur’an’la Anadolu’ya giren ecdadımızın yönetiminde Yahudi’si, Hıristiyan’ı, güven içinde 1915 yılına kadar gelmişler.
Mason olduğu söylenen Talat Paşa ve arkadaşları tarafından Osmanlı devleti yıkılınca Ermenilere neler yaptıklarını biliyoruz.
1942 yılında İsmet İnönü döneminde gayri müslimlere Varlık Vergisi adı altında yapılanları da biliyorsunuz.
1955’de 6-7 Eylül de yapılanlar da malum.
Bütün bunlar olduktan sonra “Gelin Talat Paşa’nın, İsmet İnönü’nün, Menderes’in ortak kabul ettikleri değerleri bırakıp İslam’a göre yaşayalım” denildiğinde bir kısım insanlar “Haaayııır” demeye devam ediyorlar.
Avrupalı Hıristiyanlar, papanın emriyle Müslümanları ve Yahudileri yok ederken, Kur’an’a göre yaşamaya çalışan Osmanlı 1492’de İspanya Yahudilerine kucak açıyor.
Müslümanları da Fas, Tunus ve Cezayir’e taşıyor.
Milyonlarca insanı yakan Hitler, bundan bin sene önce yaşamadılar. 1940’lı yıllarda 5 milyon insanı öldürdüler, bir kısmını yakarak öldürdüler.
1965’ten bu yana kaç tane Türk evinin yakıldığını ben sayamadım.
Mersin’de Özgecan Aslan’ı önce öldürüp sonra yakanlarla Almanya’dakiler aynı ateist eğitimden geçmiş insanlardır. Bu değişmedikçe tacizler, öldürmeler, yakmalar değişmez.
Cezaları artırsanız da değişmez.
Her öldürme ve yakma olayının ardından, “Asmalı bunları asmalııııı” diye bağıranlara, “Haydin, gelin bu ateist eğitimden dönelim, bin yılda her dinden insanı ülkesinde adalet içinde yaşatanların eğitimine geçelim” deseniz,
“Nuuuuuuh, biz hem bu dünyada hem ahirette yanarız ama İslam’a geçit vermeyiz” diye bağırırlar.
Kabahat bizde. Biz, İslam’ı temsil edemedik, kötü örnek olduk. Allah hepimizi ıslah etsin.