Hakkı
savunan her hareket ve sözümüz, halkın hayrınadır.
Hakkı
savunmak, Hakk’ın indirdiği kitabı ve onun içindeki emir ve yasakların
öğrenilmesi, yaşanması ve gücü oranında çevresindekilere de ulaştırılmasıdır.
Sekiz
milyardan bizim gibi birinin veya birilerinin emir veya yasaklarını yerine
getirmektense sekiz milyarı yaratan, yaşatan, kanını, kalbini, saçının her
telini yöneten Allah cellecelalühün emir ve yasaklarını yaşamak ve yaşatmak
canlı ve cansız yaratılan her şeyin hayrınadır, menfaatinedir, çıkarınadır.
Konya
vaizi olan, Konyalıların “Bozkırlı Mustafa efendi” dedikleri merhum, Mustafa
Parlaktürk’ün Pazar günü vaazlarını kaçırmamaya dikkat ederdim.
Diğer
günlerde okulda okuduğumuz için katılamazdım. Bir vaazından sonra cemaatten
biri, “Hocam, tarlamızda bazı hayvanların zararını defedebilmek için ziraat
mühendisleri zehirli ilaç veriyorlar, kullanabilir miyiz” dediğinde
kullanamayacağını, Sevgili Peygamberimizin yasakladığını söyledi ve tabii
koruma yollarını tavsiye etti. Sevgili Peygamberimizin bu yasağına çağdaş,
dijital dünyamız yeni yeni ısınmaya başladı ve tabii korunma, tabii savunma
yoluna girdi. Sevgili Peygamberimiz, ilim ve amel/eylemin faziletini,
üstünlüğünü anlatmak için: “Hayrı ve hayırlı şeyleri öğreten muallime, her şey,
Allah’tan af diler, hatta denizdeki balıklar bile ona istiğfar eder” (Darami,
Müsned, Babüfazlilılmive’l-Alimi 32, Hadis no 355).
Rahmet,
merhamet, şefkat peygamberinin getirdiği din, denizdekilerin bile tabii
yaşamını korur. Tabiatta her şey bize Allah cellecelalühü hatırlatır aslında.
İşte bu hatırlamanın adına da “Zikir” diyoruz. Rabbimiz: “Ey iman edenler,
Allah’ı çokça zikrediniz. Sabah-akşam O’nu tesbih ediniz” (Ahzab süresi ayet
33/41-42) buyurur. Kur’an ayetlerini okuduktan, tabiata baktıktan sonra şairİbn’ül-Mu’tez veya Ebu’l-Atahiye:
“Şaşılacak şey, Allah, nasıl isyan veya inkâr edilir. Her hareket ve her
durgunluk (med ve cezirler, fırtınalar ve sessizlikler) O’nun var ve bir
olduğunun şahididir. Her şey onun varlığına ve birliğine işaret eder” diyor
(Beyhaki, Şuab’ül-İman Hadis no 105).
Namazlarımızın
tamamı zikirdir. Kur’an okumak zikirdir. Yerine getirilen bütün emirler ve
kaçınılan bütün yasaklara uymak zikirdir. Karada, denizde, havada, yatarken,
kalkarken, yürürken, bakarken, duyarken, yerken, içerken, gökyüzüne bakarken,
bir güle bakarken, bir kuşu dinlerken gördüğünüz, duyduğunuz, tattığınız her
güzelliğin sahibini hatırlamak zikirdir. O’nun adını anmak ağız tadıdır.
Bütün
bu güzellikleri yaratanı bilmek ve yaratılanlar üzerinde düşünmek fikirdir.
Sevgili Peygamberimizin her durumda yaptığı sözlü zikirleri İmam Nevevi,
el-Ezkar isimli eserinde toplayıvermiş. Onların Arapçasını ezberlemek zor
gelirse Türkçe anlamını söylemek de Allah’ı zikretmektir. Hani, yemek yedikten
sonra okunan duanın Türkçesi olan, “Bizi doyuran, bizi sulayan ve bizi de
Müslümanlar arasına katan Allah’a hamdolsun” sözünü söylemek zikirdir. Bir gün
içerisinde dilinizden çıkan hiçbir insanın adının tekrarı, Rabbimizin adından
sayıca fazla olmamasına dikkat ediniz.
Mecnun’a,
servi ağacını göstermişler ve “bu nedir?” demişler Mecnun, “Leyla’mın boyudur”
demiş. Ağacın dallarını sormuşlar, “Leyla’mın kollarıdır” demiş. Yanan iki
kandili göstermişler, “Leyla’mın gözleridir” demiş…. Bizim Leyla’mızı yaratanın
da Mevla’mız olduğunu bileceğiz.
Sevgili
Peygamberimiz buyurur: “Allah’ı o kadar çok zikredin ki, size ‘mecnun/deli’
desinler” (Hakim, Müstedrek, K. Dua, Ahmet, Müsned, Ebu Said rivayeti,
Taberani, Dua, Beyhaki, Şuab, el-RabiuminŞuab’il-iman). Hiçbir insanın adını
yine Sevgili Peygamberimizden daha fazla anmamaya dikkat ediniz. Her
salâvatımız, Sevgili Peygamberimizi anmaktır ama salâvata “Allahümme/Allah’ım”
diyerek başlamakla Sevgili Peygamberimizin adını da Rabbimizin adının önüne
geçirmiyoruz ve Rabbimizden Sevgili Peygamberimiz için istekte bulunuyoruz.
Peygamberimizi
anmanın en güzel şekli, onun hâl, hareket ve sözlerini anmak ve onu örnek
alarak hayatımızı yaşamaktır.