Sevgili
Peygamberimizin en zor zamanlarında Müslüman olan ve Ebu Cehil gibi kudurmuş
kâfirin kafasına kafasına vurarak gözünü korkutan amcası Hazreti Hamza,
hicrette, Medine’de, Bedir Harbi’nde Sevgili Peygamberimizi bir an yalnız
bırakmamıştı
İşte
o Hazreti Hamza, Uhud Savaşı’nda Mekke’nin en iyi mızrak atıcısı Vahşi
tarafından uzaktan vurulmuş, vücudu da parça parça edilmiş.
O
Hamza ki (Allah ondan razı olsun) Türk dilinde kahramanlık onun adıyla anılmış
ve birçok “Hamzaname”ler yazılmıştır.
Bunlardan
birini de değerli dostum Hasan Aycın beyefendi “Sahipkıran / Nam-ı Diğer
Hamzaname” adıyla yayınladı.
Sevgili
Peygamberimiz, Hazreti Hamza’nın böyle şehit edilmesine çok üzülmüştü.
Bir
gün geldi, devran döndü, Vahşi, Müslüman oldu.
Bizim
adlarını saygıyla andığımız ashab-ı kiram arasına katıldı.
Sevgili
Peygamberimiz de onun hakkında kırıcı hiçbir kelime kullanmadı.
Aşere-i
Mübeşşere’den birçoğu Sıffin Savaşı’nda Hazreti Ali’nin karşısında yer
almalarına rağmen Hazreti Ali (Allah ondan razı olsun) onlar hakkında kötü
kelime kullanmadığı gibi onları öven kelimeler kullanmıştır.
Dikkat
ediniz, o Aşere-i Mübeşşere’den olanlar, Hazreti Ali’nin karşısında
dikilmişler.
Günümüz
politikacılarının karşısında değiller.
Pakistan’da
Mevdudi merhumun hareketi karşısına dikilen Hindistan’daki Diyubend ulemasının
aleyhinde tek kelime kullanmamıştır Mevdudi.
Diyubend
medreselerini kuran, yardım eden, okuyan ve okutanlardan Allah razı olsun.
Hani
bir olay anlatılır: Seyyid Kutub’un (1906-1966) idam kararı infaz edileceği gün
yanına gelen imam ona Kelime-i Şehadet’i telkin ettiğinde Seyyid Kutub merhum,
“Hoca, ben bu kelimenin açıklamasını yaptığım için idam ediliyorum” demiş. Ama
o güne kadar yazdığı eserlerde o tür hocaların aleyhinde söz söylememiş.
Seyyid
Kutub, Kur’an-ı Kerim’in ayetlerini meydanlarda, gazetelerde, dergilerde
açıklamaya çalıştığı için hapiste yatarken, onu hapse atanlar, saraylarında
Abdüssamed’in Kur’an kıraatini dinliyorlardı ve Seyyid Kutub, bundan dolayı
Abdüssamed’i tenkit etmedi.
Çünkü
o Amdüssamed, sesiyle, sedasıyla, edasıyla Kur’an’ın kıraatini bütün dünya
radyolarından, televizyonlarından, kasetlerinden, CD’lerinden, flaş
disklerinden duyurduğu gibi dünyanın Kur’an sesine kulak vermesini sağladı,
Seyyid Kutub’da manasını duyurdu.
Ali
Ulvi Kurucu merhum (1922-2002) benim evde birkaç arkadaşıma, Mısır’da okurken,
Hasan el Benna ile tanıştığını, toplantılarına katıldığını, bir gece, bir
bahçede kablo çekerek bir ampulle aydınlatılan ağaçlar altında, o bir sandalye
üzerinde ayakta konuşurken bir araba ışığı görüldü, arabadan bizim Ezher
Üniversitesi’nden hocalarımız indi.
Bu
hocalardan bazıları Hasan el Benna’nın aleyhinde konuşanlardandı.
Ama
Hasan el Benna, sandalyeden indi, arabanın yanına kadar gitti, onları muhabbetle
karşıladı, kendi üzerinde konuştuğu sandalyeyi onlara verdi ve hoş-beşten sonra
onlara konuşma teklif etti, onlar konuşmayınca kaldığı yerden devam etti diye
uzunca anlatmıştı.
Hasan
el Benna, hiçbir zaman, hiçbir yerde, hiçbir âlimin aleyhinde konuşmadı.
Kendisi
aleyhinde konuşanların olduğunu bildiği halde konuşmadı.
Daha
önce yazmıştım, değerli bir İslam âliminin aleyhinde kırk kadar medrese
(üniversite profesörü) hocası bir dilekçeyle şikâyette bulunmuşlar ve iki yıl
hapiste yatmasına sebep olmuşlar.
İki
yıl sonra devlet başkanı olaya el atmış ve şikâyet edilen konularda o hapisteki
âlimin görüşlerinin çarpıtılarak yazıldığını kendi eserlerinde doğrusunu
gördüğünü ve hapisten çıkartılmasını emreder.
Mağdur
âlim hapisten çıkarılır, o kırk âlim başkanın huzuruna getirilir ve mağdur
âlime, “Bunların cezasını sen ver” der.
O
değerli âlim de, “Bunlar çok değerli ilim adamlarıdır. Hasetleri onları
yanıltmıştır. Bunlar kırk yılda yetişen insanlardır. Bunların hepsine birer
kese altın ver ve medreselerindeki derslerine devam etsinler” der.
Denilen
yapılır ama bu kırk kişiyi tahrik edenin evini halk taşlamaya başlar. Evin
içine dalarlar ama bulamazlar.
On
beş gün sonra anlaşılır ki, o evinde bulunamayanı, iki senedir içerde yatan
âlim, kendi evinde saklamıştır.
Şu
duayı bu günlerde daha çok okuyorum:
“Onlardan
(Mühacir ve Ensar’dan) sonra gelenler: ‘Rabbimiz, bizi ve bizden önce imanla
geçip giden kardeşlerimizi bağışla. İman edenlere karşı gönlümüzde bir kin
bırakma. Rabbimiz, şüphesiz sen şefkatlisin merhametlisin’ derler.” (Haşr
süresi ayet 59/10).