Mahmut TOPTAŞ
İslam
Enstitüsü’nde okurken hocalarımızdan birinin odasına girdiğimde, kendisine
postayla gönderilen bir dergiyi gösterdi.
Dini
gayret ve hassasiyetleri uç noktada diye bilinen adlarını bildiğimiz halde
kendilerini görmediğimiz insanların İstanbul’da çıkardığı bir dergi idi.
Hoca,
derginin üzerine el yazısıyla yazılan, “Seni şeriata davet ediyorum” yazısına
dikkatimi çekti ve ben okulun dernek başkanı olmam nedeniyle, “Senin adamlar,
beni şeriata davet ediyorlar” dedi.
Ben de
ona, “Hocam, şeriatı sen bize öğretiyorsun. Ancak iki senedir senin derslerine
katılan bu adını yazmayan kişi kimse, senin onda bıraktığın intibaı size
yazmış.
Bana
böyle bir şey yazsalardı ben söz ve davranışlarıma dikkat eder ve o adını
bilmediğim, ama derslerime katıldığını bildiğim öğrencimde bıraktığım kötü
intibaı düzeltmeye çalışırdım” demiştim.
Daha
önce yazdığım makalemde gerçekleşen tartışmayı bir ilahiyat öğrencisine,
“Sünneti inkâr eden öğretim üyesine, ders esnasında ayağa kalk, ceketini
ilikle, en nazik kelimelerle çantasındaki Mushaf’a bakmak istediğini söyle.
Baktıktan sonra ilk sayfada Fatiha süresini, son sayfanın son satırlarında da
Nas süresinin olduğunu öğrenci arkadaşlarına da gösterdikten sonra:
“Hocam,
Kur’an böylece toplu halde mi indi?” diye sor.
“Hayır,
‘Biz onu parça parça indirdik’ diyor Allah” diye cevap verecektir.
Doğru
söyledin, “İnsanlara dura dura okuyasın diye biz Kur’ân’ı (ayet, ayet) ayırdık
ve onu parça parça indirdik” diyor Rabbimiz. (İsra süresi ayet 17/106).
Bu
ayette ve daha başka ayetlerde de parça parça indiği haber verilir. Yani 23
yılda indi.
Peki,
yeni inen bir ayetin nereye yazılacağını kim belirliyordu?
Sevgili
peygamberimiz, inen her ayeti, hemen arkadaşlarına tebliğ ediyordu ve Vahiy
kâtiplerine de filan sürenin filan ayetinin hemen ardına yazınız diyordu.
Onun
vahiy kâtiplerine söylediklerini bize nakleden de Sevgili Peygamberimizin
eğitiminden geçen arkadaşlarıdır.
Yani
sen, bu Mushaf’ı kabul etmekle yüzlerce hadisi binlerce sahabe haberini de kabul
etmiş oluyorsun de” dediğimde, öğrenci: “Yapamam, çünkü hoca beni sınıfta
bırakır” dedi.
Bir
mekânda, dekanla karşılaştığımızda ben bu olayı anlattım, dekan bey,
“Söyleseydi sınıfta bırakmazdı” dedi.
“Doğrudur
belki bırakmazdı ama öğrenciye böyle bir kanaat oluşturulması doğru değil”
dedim.
Anneniz,
babanız, eşiniz, çocuklarınız, arkadaşlarınız, komşularınız size hoşunuza
gitmeyen bir huyunuzu söylese ve siz de o kötü huyun sizde olmadığını iddia
ediyorsanız, onu söyleyenle yüzleşmeyin, tartışmayın ve öyle olmadığınızı
gösterin.
Eğer
onun dediği sizde varsa hemen o kötü huyunuzu değiştirin.
Sevgili
Peygamberimizle ashabı/arkadaşlarının yanından cenazeyle geçtiler. İnsanlar da
o cenazeyi iyilikleriyle övdüler. Sevgili Peygamberimiz, “Vacip oldu” dedi.
Sonra bir cenaze daha geçti ve onu da kötülükleriyle yerdiler, yine,
“Vacip oldu” dedi.
Hattab
oğlu Ömer (Allah ondan razı olsun), “Ne vacip oldu?” diye sordu.
“Bunu
iyilikleriyle övdünüz ona cennet vacip oldu, öbürünü de kötülükleriyle
yerdiniz, ona da cehennem vacip oldu. Siz, yeryüzünde Allah’ın şahitlerisiniz”
buyurdu. (Buhari, Sahih, K. Cenazi, bab senaün-Nasi alel-meyyit 85, Müslim,
Sahih, K. Cenaiz, bab 20).
İnsanlar
üzerinde kötü intiba, etki, izlenim bırakmamaya çalışalım.
Bırakmışsak
ve bizde de o kötülük varsa hemen terk edelim.
Eğer o
söylenen bizde yoksa kötü intibaı/etkiyi düzeltmeye çalışalım.
Her
şeyi yaratan, yaşatan, yöneten, bilen ve gören Rabbimiz, bize hiçbir ihtiyacı
olmadığı halde biz Müslümanları şereflendirmek için “Allah’ın şahitleri” unvanını
vermiştir:
“Böylece
sizi insanlara karşı (her türlü aşırılıktan uzak) orta (yolu izleyen,
adil) bir ümmet kıldık ki, insanlara karşı (doğruluğun) şahitleri olasınız ve
Resul de size şahit olsun…” (Bakara süresi ayet 2/143).
İnancımızın
gereği gibi yaşamaya dikkat edelim, gerisi gelir.