Evde veya hastahanede doğumdan
sonra çocuğa verilen iki gıda vardır: 1- Ezan, 2- Ana sütü.
Biri tenimizin gıdası öbürü
canımızın gıdası.
Tenimizin gıdası olan ana sütüne
ihtiyacı ne kadarsa canımızın gıdası olan imana da ondan daha fazla ihtiyacı
vardır.
Ana sütü bulunamazsa inek sütüyle
de bu ten beslenir ve bir ömür yaşar ama İslam’ın belirttiği imana canımız
kavuşamazsa onun yerine verilen insani sözlerin hepsi yine gıda yerine geçer
ama en iyisi ABD başkanı Trump gibi, Rus devlet başkanı Putin gibi, Çin devlet
Başkanı Xİ Jinping gibi kemirgen, semirgen ve sömürgen olurlar.
“Olsun, benim çocuğum da öyle
olsun” diyenler, sekiz milyarda iki yüz kişi öyle olabilir. Çocuğunun şansı ne?
Bu dünyada iğneli fıçı gibi bir
hayat yaşayacak ve sonunda sonsuz asırlarda cehennemde ebedi yanacak.
Hiçbir anne ve baba, çocuğunun bu
şekilde yanmasını istemez.
Onun için Müslümanlar,
çocuklarına “Allahü ekber” derken ve altı defa da bunu tekrarlarken “En büyük Allah’tır,
yaratılanları hepsi ölümlü olduğuna göre hiç birinin gücünden, korkma, ona o
gücü veren de Allah’tır” kaydı yapılıyor.
“Çocuk bunu anlar mı?” sorusuyla
“uydurma” veya “zayıf” kelimesiyle Hadisi yok saymaya çalışarak İslam’ı
kurtarmaya çalışanlar olmuş ama İslam’dan olan imanından daha fazla güvendiği
semirgen ve sömürgen kafirlerine sözüne inananlar, bu günlerde çocuğun ana
rahminde iken bile duyduğu kelimelerin etkisinde kaldığını anlatan kitap veya
makaleleri okusunlar da batı yoluyla da olsa asıllarına dönsünler.
Çocuklarımız ana sütü emerken,
evde babanın veya annenin okuduğu ayetleri, süreleri dinleyerek büyürlerdi.
Konuşmaya katıldıkları andan
itibaren duydukları hafızalarına yerleşirdi.
Altı yaşında hafız olanlara
günümüzde itiraz edenler, altı yaşındaki çocuğunun altı ay içinde tekrarladığı
şarkı ve türküleri kaydetse kaç sayfalık kitap olur düşünsün.
Biz, her gün namazımızın her
rekatında Fatiha süresini okurken “Yalnız Allah’ kulluk yaptığımızı söylerken
kula kul olmayacağımızı, Allah’ın hidayet verdiği kulların yolunu istediğimizi,
sapık Hıristiyanlar ve Allah’ın gazabına uğrayan Yahudilerin yolunu
istemediğimizi tekrarlıyoruz.
Okula gidince de ilkokulda
İstiklal Marşını ezberlerken:
İstiklalimizin, Cenabu Hakkın
kriterlerine uymaktan geçtiğini:
“Hakkıdır Hakka tapan milletimin
istiklal”
mısraıyla tesbit ettikten sonra
köpekler gibi bize saldıran ve saldırmadıkları zamanlarda da ulumaya
başlayanlara karşı uyarılıyoruz:
“Ben ezelden beridir hür yaşadım,
hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir
vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim: Bendimi
çiğner, aşarım;
Yırtarım dağları, enginlere
sığmam taşarım.
Garb'ın âfâkını sarmışsa çelik
zırhlı duvar;
Benim îman dolu göğsüm gibi
serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir
îmânı boğar,
«Medeniyyet!» dediğin tek dişi
kalmış canavar?
Arkadaş! Yurduma alçakları
uğratma sakın;
Siper et gövdeni, dursun bu
hayâsızca akın.
Doğacaktır sana va’dettiği günler
Hakk'ın...
Kim bilir, belki yarın, belki
yarından da yakın.”
Peki, Cezayirli kardeşlerimiz
İstiklal Marşlarının bir kıtasında bakın ne diyorlar:
فرنسا قد مضى وقت العتاب
و طويناه كما يطوى الكتاب
يا فرنسا ان ذا يوم الحساب
فاستعدي وخذي منا الجواب
ان في ثورتنا فصل الخطاب
و عقدنا العزم ان تحيى الجزائر
فاشهدوا… فاشهدوا… فاشهدوا…
“Ey Fransa; sitem zamanı bitti,
Ve kitabın katlandığı gibi
katlandı,
Ey Fransa hesap zamanı geldi,
Hazır ol bizden cevap almaya,
Devrimimizle son noktayı koyduk,
Ve Cezayir’in yaşaması için azim
ettik.
Şahit olun... Şahit olun... Şahit
olun”
Paris’in göbeğinde bir milyon,
genelinde beş milyon Cezayirli Müslüman, hazır kıta olarak, iki yüz yıldır
sömürerek semirenlerden servetini geri almak ve daha bir çok şey almak için
sıkılmış yumruklarla dilinde Cezayir Marşıyla bekliyor.