Gece
manasına gelen Leyl Suresi’ni severiz. Ömrümüzün yarısının geçtiği geceleri
severiz.
Kur’an’ın
ifadesiyle Allah’ın varlığına, birliğine, ortağı olmadığına bir ayet, delil,
şahit olan geceyi severiz (İsra 12).
Dinlenme
yerimiz (Enam 96), gece ibadetimizin daha etkili (Müzzemmil 16), Mevla’mız ve
Leyla’mızla birlikte iken bize elbise ve bizi bürüyen (Nebe 10) geceleri
severiz.
Gecelerimizin
adı Kadir Gecesi’dir, miraç gecesidir, mevlit gecesidir, bayram gecesidir.
Gerdek gecesidir.
Güneş
doğar gibi Kur’an’ımız bu gecelerden birinde, Kadir Gecesi’nde indi. Ay doğar
gibi Peygamber Efendimiz mevlit gecesinde dünyaya geldi.
Gece
baskınları, kapı kırmaları kitabımızda yok bizim.
Sarhoş
naralarının atıldığı, mazlumların kanına girildiği, yetim gözyaşlarından köpük
danslarının yapıldığı geceleri bilmeyiz biz.
Bu
bilgisizliğimizle de iftihar ederiz biz.
Şehit
kanlarından çıkar sağlayan, kan pazarında kazandığı paralarla kırmızı şaraplar
içenler için bu karanlık gecelerde hepimizin ıslahı için dua edip, gözyaşı
dökenleriz biz.
Karanlık
gecelerde sabahın aydınlığını düşünerek geleceğe ümitle bakanlardanız.
Leyl
Suresi gecenin karanlığından sonra gündüzün tecelli edeceğini bildirir.
Biz,
güneşin gelişi gibi geliriz.
Zalime
de, mazluma da, katile de, maktule de, güllüğe de, küllüğe de ışık veririz.
Gelişimize
uluyan köpekler, çırpınan yarasalar, açan güller, öten bülbüller karşılık
verirler.
Biz
ikisine de faydalı olmaya çalışırız.
Küfrün
karanlığını gideririz. Kuytularda sinen küfür gölgelerinin boyunu kısaltırız
(Furkan 45).
Erkek
ve kadını yaratan Allah, parmak çizgileri ayrılığı kadar insanlarda ruh
çizgilerini, karakter çizgilerini de ayrı yarattığından parmak çizgilerimizin
resimleri ayrı olduğu gibi işlerimizin de ayrılığına dikkat çeker.
Karakterlerimiz ve işlerimizin sekiz milyar çeşit olması, bize zengin bir ortam
sağlar.
Bu
bize Rabbimizin lütfudur. Ancak Rabbimizin bizim fıtratımıza koyduğu insanî
değerleri, İslâmî yolla hatırlatıyor.
Etkıyâ
olunuz diyor. Eşkıya olmayınız diyor.
Cennete
giden, iman yolunu açan Etkıyâ’nın önüne geçip iman yolunu kesen ve insanları
cehennemde yakan eşkıyayı tanıtıyor.
Etkıyâ/Muttakiler:
Kazandığını başta insan olmak üzere ciğer taşıyan her canlıyla paylaşan, içini
Hak için, dışını halk için süsleyen, her sözü duyan, en güzeline uyan, sözlerin
en güzeli olarak bütün güzelleri ve güzellikleri yaratan Allah sözü olduğunu
bilen insandır. Allah, onun işini, içini ve dışını kolaylaştırmıştır.
Belâlar,
üzerine sicim gibi yağarken o, “Günahlarım temizleniyor” diye sevinir.
Çeyiz
sandığı görse Leyla’ma götürür diye sevinir.
Tabut
görse Mevla’ma götürür diye sevinir.
Abdullah
b. Mesud (R.A.) Kâbe’de putların karşısında, Mekke parlâmentosunun önünde
er-Rahman Suresi’ni okuduğunda Mekkeli müşrikler iyice bir döverler.
Kan
revan içinde Allah Resulünün yanına geldiğinde sevinçle, “Bunların böyle zayıf
olduğunu bilmiyordum. Korkularından hepsi birden saldırdılar” der.
Eşkıya:
Dünyanın tamamı benim olsun der.
Topladığını
dağıtmaz.
Hak
söze kulak vermez.
Malı,
kendisiyle Rabbi arasında perde olur.
Güzel
sözü yalanlar.
İnsanlığını
yitirir.
Hayvanlık
seviyesinde de kalamaz.
Çünkü
canavarlar karnı doyunca durur.
Cehennem
yoluna kırmızı halı döşeyenler, ancak sırtına kefen giyince, cehenneme
yaslanınca durur.
Etkıya,
yani müttaki insanlar, ne yapıp etsinler, güneş gibi, karşılık istemeden bu
eşkıyanın gönlüne girip, küllüğü kurutup güllüğe dönüştürsünler.