Dünya değirmeni, döndüğünü göstermediği gibi, bizi öğütüyor, dağıtıyor, sapıtıyor ama bize yine fark ettirmiyor.
Altına aşık olanları, yerin altına alıyor, toplanan altınları yeni yetmeleri aldatmak için onların önüne atıyor, yeni yetmeler, altınla öğütülüp yerin altına atıp geliyor ve babasının düştüğü değirmen deliğine gönüllü olarak o da kendini intihar eden adam gibi atıyor.
Eşeğe semer yükler gibi dünya değirmeni, bazılarına da kemer gibi koltuk yükler.
Koltuğun üstünde oturup sefa süreceği yerde, koltuk sevgisini gönlünün en başköşesine yerleştirir ve oradan koltuğun çalınmaması için yardan, ağyardan, dosttan, posttan geçer.
Komplolar kurarken komplolara kurban gider.
Tarih boyunca en iyi eğitimi alan babalar, çocuklarının gözlerini koltuğa dikti diye çocuğunu öldürmüş, babanın eğitiminden geçen çocuk da babasını o koltuktan aşağı atıverdiği çok görülmüştür.
Koltuk değirmeninde biri öğütüldüğünde, öğütüleni yeraltına atarlarken kabir başında öğütücü koltuğa oturma yarışını da başlatır dünya değirmeni.
Dünya değirmeni, bazılarını kirpik okuyla vurur, zülüf darağacına asar, ayrılık ateşinde yakar, dağlar deldirir, çöller aştırır, diyar diyar dolaştırır ve sonunda çekiverir toprağın altına.
Mal ile malamat eder bu dünya. Nice yiğit insanların alnına leke sürer mal ile.
Mal, insanın gözünü öylesine kana bular ki, Allah ve Resulüne faiz harbi açacak hale getirir.
Faizin getirisi, kendi ciğer paresi olan yavrularını da yer bitirir ve cehennem çöplüğüne atıverir.
O zaman anlar gerçeği ama son pişmanlık fayda vermez.
Dünya değirmeni, paraya, mala, altına, şöhrete… pabuç bırakmayanları da enaniyyet/benlik zehriyle uyuşturur.
Öylesine kendine aşık hale getirir ki, Rıza Konyalı’nın dediği gibi, “Sevemem kimseyi kendimden başka” dedirtir ve kendinden başka tapılacak şeyin olmadığı kanaatine vararak kendini kendisinin putu yapar ve kendine tapar.
Yukardakiler Müslüman bir insanın namazını, orucunu, haccını… özetle amelini bozar ama bu en sonuncusu, yani kişinin kendine tapınması insanın imanını bozar.
Rabbimiz bu tür putperestleri şöyle haber verir:
“Hevasını kendisine ilâh edineni, bir ilim üzerine Allah’ın şaşırttığı, kulağına ve kalbine mühür vurduğu ve gözü üzerine perde çektiği kişiyi gördün mü? Allah’tan sonra ona kim yol gösterecek? Hala düşünmüyor musunuz?
“Dediler ki: ‘Hayat ancak şu dünyadaki hayatımızdır. Ölürüz ve diriliriz. Bizi ancak zaman helâk eder.’ Bu konuda onların hiçbir bilgisi yoktur. Onlar ancak zannederler.” (Casiye Suresi ayet 45/23-24, Fatır Suresi ayet 25/43)
Dünyayı, altını, petrolü, kirpiği, zülfü, güzeli, koltuğu, makamı, şöhreti, tadı, zevki, hazzı, mutluluğu… yaratan Allah.
Tat alan dili, koku alan kulağı, duyan kulağı, tutan eli, gördüklerinde keyf alan gözü yaratan Allah.
Öyle ise O’nun verdiği organlarla,
O’nun ölçülerine uygun olarak,
Dünyanın nimetlerinden yararlanırken,
İsraf etmeden, hiç birinin sevgisini,
Yaratanın sevgisinin önüne geçirmeden yararlanıp,
Hamd ve şükür etmeye çalışacağız.
Bunu başaranlar, Rabbimizin “Er kişiler” diye tarif ettiği, ezilmeyen, bükülmeyen, yaratılanlar önünde eğilmeyen kadın ve erkeklerden olurlar.
Rabbimiz buyurur:
“Öyle er kişiler ki; ticaret, alışveriş onları Allah’ı zikretmekten, namaz kılmaktan, zekât vermekten alıkoyamaz. Gözlerin ve gönüllerin döneceği günden korkarlar.
Allah, onların yaptıklarının daha güzeli ile karşılık versin ve lütfundan onlara artırsın diye (zikir ve tesbih ederler.) Allah dilediğine hesapsız rızk verir.” (Nur Suresi ayet 24/37-38)