Jandarma
eri olarak eksiksiz 24 ay askerlik yaptım.
Askeri
lisede ve harp okulunda ders almadığımdan savaş zamanında nelerin nasıl
yapılacağını bilmem.
Politikanın
içinde yarım günüm bile geçmediğinden alavere, dalavere bilmem.
Onun
için Batı kurallarına göre şekillenen ülkelerin saldırı ve savunma taktiklerini
de bilmem.
Suriye
konusunu konuşanların yanında dilsiz kalırım.
İşin
içinde değilim. Bize bilmemiz gerekeni söylüyorlar.
Televizyonlarda
tartışanlar da iki tarafa ayrılmışlar,
a)
Takımı, hükümetin görüşü doğrultusunda konuşuyor ve herkes okuduğu okulun dili
ile hükümetin politikasını anlatıyor.
b)
Takımında olanlar da muhalefetin görüşlerini delillendirmeye çalışıyorlar.
Hiçbirinin
kendine ait bir görüşünü görmek veya duymak mümkin değil.
Tartışmayı
dinleyenlerin ikinci günü dükkân, daire, kışla, karakol, büro, kahvehanede de
konu aynı olduğundan aynı sözleri herkes kendi anladığı kadarıyla anlatırlarken
biri bana soruverdi:
“Neden
Beşşar Esed’i öldürmüyorlar?”
12
yaşından beri Kur’an okumaya ve onu anlamaya çalışan biri olarak, kültür
kabımın içine baktığımda yüzde yetmiş beş veya seksenin laik kültürle dopdolu
olduğumu gördüğümden cevabım da yine o kültürden kaynaklandığından şöyle dedim:
“Red
Kit çizgi filmi yüzün üzerinde bölüm olarak oynadı ama Red Kit de ölmedi,
Dalton kardeşler de ölmedi.
Red
Kit ölürse, film biter.”
“Bizim”
demeyeyim, “Benim” diyerek konuşayım, “Benim savunma ve savaş kültürüm, hayatım
boyunca duyduklarım ve gördüklerimden oluştuğundan, onlar da hep Batı kaynaklı
olduğundan, Batı da sömürerek semirdiğinden, kendine boyun eğenleri ayakta
tutar.
Fransızlar,
Maraş ve Antep’in yiğit çocukları karşısında çekilmek zorunda kaldıklarında,
Fransızlar, kendilerine koşulsuz boyun eğenleri büyüterek gittiler.
Baba
Hafız Esed, kırk yaşına gelince 1970 yılından 2000 yılında ölünceye kadar
Suriye’yi yönetme hakkını ona verdiler.
O da,
her sene halkın yüzde yetmiş beşini oluşturan Müslümanları, kendi yüzde onluk
Nusayri’siyle yönetmeye devam ederken, ağababalarını memnun etmek ve yönetimde
kalmayı sağlamak için elli yılda elli binin üzerinde Müslüman’ı şehit ederken
yüz binlercesini de muhacir yaptılar.
Amerika
sömürgenleri ile Rus sömürgenleri çıkarları çatıştığı için birbirlerine karşı
olmakta samimiler ama iktidar yüzde yetmiş beşin eline geçmemesi, yüzde onluk
kişilerin elinde kalması için bütün sömürgenler birleşebiliyorlar.
Benim
beynimin yüzde yetmiş beşi çağın kültürüyle dolu ama gönlümün içine sokmamak
için her gün özel gayret ederim.
Ben
cevabımı size gönlümden vereyim:
Bedir
Harbi’nde, 313 kişilik ashab-ı kiram, Sevgili Peygamberimizin komutasında, 950
kişilik Mekke kâfirlerine karşı galip gelmişler.
Mekke
parlamentosunun güçlü üyelerinden Ebu Cehil, Ümeyye bin Halef gibi önderleri de
öldürülmüş.
Sevgili
Peygamberimiz, Zeyd bin Harise ile Abdullah bin Ravaha’yı müjdelemek için
Medine’ye önden göndermiş.
Onlar
Medine’ye varıp müjdeyi verince, Beni Nadr Yahudilerinden Ka’b bin Eşref, atına
atladığıyla Mekke’nin yolunu tutar.
Yolda
konakladığı her yerde kâfirler tarafından saygıyla karşılanan ve uğurlanan
Ka’b, her konduğu yerde İslam ve Peygamberi hakkında ağza alınmayacak sözler
söyler, Ebu Cehil ve diğer ölüler için ağıtlar/mersiyeler yakar ve onları
kışkırtırmış.
Mekke’ye
varınca da bunları tekrarlar ve Mekke’de kalan Müslüman kadınları diline dolar,
Sevgili Peygamberimiz ile alay edermiş.
Söyledikleri
ve yaptıkları Sevgili Peygamberimize ulaşınca, Sevgili Peygamberimiz:
“Allah’a
ve Resulüne eziyet eden, Ka’b bin Eşref’in hakkından kim gelir?” deyince,
Muhammed bin Mesleme ayağa kalktı ve “Onu öldürmemi ister misin ya rasülellah”
der ve “Evet” cevabını alınca yanına aldığı iki arkadaşıyla Yahudilerin lideri
durumunda olan Ka’b’ı kalesinin içinde öldürürler. (Buhari, sahih, K. Meğazi,
bab, Katlü Ka’b bin Eşref 15).
Dünyanın
otuz kadar zengininin elindeki sermaye sekiz milyarın elindekinden fazlaymış.
O
otuz kadar insan, onların gözünde sekiz milyar insandan daha değerlidir.
İki
yüz ülkenin yöneticileri de sekiz milyardan değerlidir.
Irak’ta
bir buçuk milyon Müslüman’ı öldürdüler ama işgal esnasında Amerikalıların
tarafında olan Saddam’ın subayları korunma altındadırlar.
Suriye’de
yüzde yetmiş beş Müslümanların tamamı öldürülse, ancak petrolde çalışacakları
için üzülebilirler.
O
semirgen ve sömürgen kâfirlerin gözünde, şeytana tapanlar, maymuna tapanlar,
totemi yılan olanlar, kartala tapanlar, yani her türlü kâfir daha değerlidir.
Rabbimiz
bunu şöyle haber verir:
“Kitaptan
biraz pay verilenleri görmedin mi? Puta ve Allah’a baş kaldıran put adamlara
iman ediyorlar ve kâfirler için: ‘Bunlar iman edenlerden daha doğru yolda’
diyorlar” (Nisa süresi ayet 4/51).
Myanmar’da
on binlerce Müslüman’ı öldüren, yüz binlercesini evinden yurdundan eden Budist
yönetici Ang San Su Çi, Myanmar’da Dışişleri Bakanlığı, Hükümet
Başdanışmanlığı, Eğitim Bakanlığı, Enerji Bakanlığı yapan “Myanmar’da Rohnigya
Müslümanlarına, işkence, taciz, tecavüz yapılmadığını” söyleyen Başbakanlığı da
kazanan ama makamına oturamayan hanıma, Nobel dâhil Batı’nın bütün önemli
kurumlarının ödül vermesi neyin nesi.
Yüz
binlerce Müslüman’a karşı bir tek kâfir kişiyi tutma refleksidir bu.
Suriye’de
bütün dünyadan gelen Müslümanlar ölsün ama bizim köle ölmesin mantığını
uyguluyorlar.
Rabbimizin
gönderdiği, Sevgili Peygamberimizin tebliğ ettiği ve hem sözlü olarak hem
yaşayış olarak açıkladığı Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde, hiçbir ırkın, rengin, bölgenin, sosyal
farklılığın üstünlük sebebi olmayacağını haber verir ve insanların kanını oluk
gibi akıtan, milletleri, toplumları birbirine düşüren yöneticilerin halkını
değil, yöneticilerinin cezalandırılması gerektiğini şöyle haber verir:
“Eğer antlaşmalarından sonra yeminlerinden dönerler ve dininize dil uzatırlarsa, küfrün önderleriyle savaşın. Çünkü onların yeminleri yoktur. Belki vazgeçerler” (Tevbe süresi ayet 9/10).