Mustafa’nın açtığı dini okullar, derslerine devam ediyorlar. Çocukken, ilkokulu bitirince ailesinden aldığı çocuklardan biri şimdi o ülkenin Diyanet İşleri Başkanlığı görevini yapmaktadır. Türkiye’de özel bir hastanede yatarken ziyaretine gelen bir müftü de onun yetiştirdiği insanlardandır.
Mustafa’nın çok yönlü olduğunu anlatırken, “Bir gün çok fakir bir köyde açtığı Kur’an kursunu denetlemeye beraber gittik. Köyün fakir olduğunu görünce kış boyu onlara et yedirebilmek için hemen bir sığır satın aldı, kestirdi, köyün ortasındaki ağaca astırdı.
Köyün köpekleri ulaşamasın diye yükseğe astırdı. Yukarı taraftan üzerine bir naylon poşet geçirtti ve herkesin ihtiyacı kadar kesip götürmesini istedi.
Kış günü olması, yolların buzlu etrafın karlı olması, tabii buzdolabı görevi yapıyordu.
Sığırın eti bir haftada bitince ikincisinin kesilip asılmasını istedi ve para bıraktı” dedi.
06 Mayıs 2004 Perşembe günü vefat edince Mustafa’nın yanında beş yıl çalışan Ahmet’ten Mustafa’yı dinlemek için bir Ramazan günü iftar için evime davet ettim.
Eşiyle beraber geldiler ve uzunca onu dinledim: “Komünistlik yıkılınca bir vakıf beni Kur’an kursu açmak için Dağıstan’a gönderdi.
Gittim, yeri buldum, dersleri başlattım, üç yıl sonra yetiştirdiğim hafızların merasimi için vakıf yöneticilerini davet ettim.
Merasimden sonra beni İstanbul’a çektiler, işleyen düzeni devam ettirmek için bir başka arkadaşı oraya atadılar.
Ben İstanbul’a gelince bu ülkeye görevlendirdiler. Mustafa’yla tanışmam orada oldu.
Otele yerleştim birkaç gün havayı koklarken öğle namazını Osmanlıların yaptığı camide kıldım.
Namaz sonrası dört adam caminin içinde ağız kavgası yapmaya başladılar. Yanlarına vardım üçü beraber bir kişiyi tehdit ediyorlar.
O bir kişi de, “Caminin altında camiye ait olan dükkânda içki satılamaz” diyor, öbürleri de devletten kiraladıklarını, kiralarını ödediklerini, ülkenin vatandaşı olduklarını onun karışma hakkının olmadığını söylüyorlar.
Mustafa, “Bir hafta içinde içkiyi boşaltmazsanız ben yapacağımı biliyorum” deyince üçü birden Mustafa’ya saldırdılar. Ben de tanımadığım Mustafa’ya yardım ettim ve iki kişi o üç kişiyi iyice bir dövdük.
Mustafa, benim elimden tuttu ve “Sende iş var, bundan sonra benim adamımsın dedi” ve evine götürdü. Ben filan vakfın adına geldim dedim, “Tamam ben izin alırım” dedi.
İzin aldı ve ben beş yıl ona hizmet ettim.
İzin alınca bana, “Hızırla Hazreti Musa’nın yolcuğunda hiçbir soru sormama şartı vardı biliyor musun” dedi. “Biliyorum” dedim ve beş yılda hiçbir soru sormadım.
O hastalanıp gelince kendi evinde benim kalmamı istedi.
Hanımla beraber onun evine taşındık.
Mustafa’nın hizmetlerine diş bileyip de bir şey yapamayan güçler, Mustafa’nın yokluğunda bir gece evin dört tarafından bizi kuşattılar ve on dakika evi kurşun yağmuruna tuttular. Duvar delik deşik oldu. Bize fazla bir şey olmadı ama hanımın yanağını sıyırıp geçen bir kurşun iz bıraktı” dedi. Ben de Türkiye’ye geldim, hastanede Mustafa’nın ziyaretine gittim. “Ne yapıyorsun” dedi.
“Ağabey senden izin almadan öğrenciyken aldığım parsel üzerine bir cami yapmaya başladım. Temelini bir şirket parasız yapıverecek. Para toplayıp camiyi yapacağım ve benim de bir eserim olsun istedim” dedim, hemen hastane başhekimine telefon etti ve bir ambulans ile bir hemşire görevlendirmesini istedi.
Kolunda serumu ile birlikte benim arsayı gördü. “Temeli kazanlara teşekkür et ve yarından itibaren gelmesinler” dedi.
Hastaneye dönünce bir yere telefon etti. O şirketin adamları parselin dört köşesine dört güçlü ampullerle ışık saçan direkler diktiler gece-gündüz üç vardiya çalıştılar ve üç ayda kaba inşaatını bitirdiler.
Mustafa kaba inşaatın bittiğini gördü ve vefat etti, dedi.
O devletin gözde kurumunun hanım müdürü bir gün Mustafa’ya gelir, “Türk olduğum için seni uyarmaya geldim. Devlet hakkında iyi düşünmüyor. İl, ilçe ve köylere giderken toplu taşıma araçlarını kullan” dediğinde ben de ona, “Seni bana gönderenlere söyle, kolumun kılına zarar verirlerse başkentlerinde taş üstünde taş kalmaz” dedim ve bir şey yapamadılar onlar, gazeteleriyle benim görevli olduğumu yaydılar ve içişleri bakanıyla hükümeti suçladılar. Böylece kendi kendilerini korkuttular ve bana bir şey yapamadılar” dedi.
Biz, Allah’tan korkmayı bırakırsak korkudan kurtulmayız. Bu sefer kendi ürettiğimiz korkuluklardan korkmaya başlarız.
Rabbimiz buyurur: “…İnsanlardan korkmayın. Benden korkun. Azıcık para karşılığında ayetlerimi satmayın. Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.” (Maide süresi ayet 5/44).