Türkiye’de altmışın üzerinde parti ve parti başkanı
varmış.
Her biri bir demeç vermek istese kendisinden
başkalarını demokrat olmamakla suçlar ve kendileri iktidara geldiklerinde
demokrasiyi tam uygulayacağını söyler.
Her parti, İçişleri Bakanlığı’na kuruluş için verdiği
dilekçeye, “Demokrasiye, laikliğe…” bağlı kalacağı konusunda garanti verir.
Dilekçe verdiği yer, demokrat baba mı ki, ona garanti
veriyor dilekçeyle.
Kurulur, seçime girer, çoğunluğu alan veya koalisyona
gider ve hükümet kurarlar.
Türkiye genelinde 500 oy alamayan, “Seçimin demokratik
olmaması nedeniyle” kaybettiklerini söyler.
Çoğunluğu elde edemeyen parti, daha önceleri görüldüğü
gibi karşı partiden milletvekili satın alır ve demokratik kurallara göre
hükümeti kurar.
Hepsi, “Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir” der,
millet kendisine oy verirse demokrasi işlemiş olur, karşı partiye verirse seçim
demokratik olmamış sayılır.
Yani, kendisinden başka demokrat yok demektir.
Milletin oy verdiği sağcı veya solcu partinin eskiden
olduğu gibi satın alırken satın alana göre yapılan iş demokrasiye uygundur,
partisinden satılan partiye göre demokrasiye aykırıdır.
İktidarın bir oy farkıyla çıkardığı kanunu, muhalefet,
bir oy satın alarak yeniden oylama yapıldığında tam aksi olarak
kanunlaşabildiğinden hep kaybedenler, seçimin demokratik olmadığını, kazananın
ise demokratik yollardan kanunlaştığını söyler.
Birileri çıkar da, “Yahu bu oyuna son verin,
birbirinizi kandırmayın, Meclis kürsüsünün bile kilosunu öğrenmek için oylamaya
gitmiyoruz ve tartıyla öğreniyoruz.
Gelin Hakk’ın üstünlüğünü kabul edelim ve Hak
ölçülerine riayet edelim” diyen Necmettin Erbakan merhumun “Milli Nizam” isimli
partisinin adı bile güzeldi, kapattılar.
“Milli Selamet” yollarını gösterdi, kapattılar.
“Refah Partisi” dedi, “Bu millete refah gerekmez” diye
yine kapattılar.
“Fazilet Partisi” dedi, bu kadar rezaletin arasında
fazilete yazık olur diye mi, yoksa bizim rezaletimiz ortaya çıkmasın diye mi
nedendir bilinmez yine kapattılar.
Hâlbuki İstiklal Marşımızın ikinci kıtasının dördüncü
mısraında:
“Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklâl” diyor.
Hatta bu mısraya Mehmet Akif Ersoy merhum
öylesine önem veriyor ki, marşın onuncu
kıtasının sonuncu mısraında tekrarlıyor ve marşını şöyle diyerek bitiriyor:
“Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklâl”.
“Tek dişi kalmış canavar” dediği insanların
canavarlığını 1940-1945 yılları arasında Avrupa’da beş milyon insanı öldürürken
gördükleri gibi, bu günlerde Ortadoğu’da herkes görüyor ve onun 1938’de
söylediği reçetede “canavar”ın değerleri değil, Hakk’ın değerlerine umut
bağlamımızı istiyor:
“Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk'ın...
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.”
Yarını yaklaştıralım.
İlköğretim, ortaöğretim ve yükseköğretimde görevli
olan her Müslüman, dersi ne olursa olsun, anlattığı maddeyi yaratanın damgasını
gizleme tarafına gitmesin ve o damgaya özellikle dikkat çeksin.
Resim öğretmeni, öğrencilerine resmini yapmalarını
istediği saksıdaki çiçeğin, o topraktan kırmızı, mor, beyaz, yeşil renk ve
desenlerle nasıl çıktığına da dikkat
çekerek öğretsin.
Hukukçularımız, Roma hukukundan bu güne kadar gelen
tüm insani kanunların çıkmazlarını, kanunlarla yapılan zulümlerini anlattıktan
ve son kullanma tarihlerini de söyledikten sonra, Kur’an’ın hükümlerinin sanki
bu gün bizim şartlarımız için inmiş gibi tazeliğini koruduğunu anlatsın.
Rabbimiz:
“Bundan dolayı İsrail oğullarına şöyle yazdık: Kim,
adam öldürmeyen, yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayan bir adamı öldürürse, bütün
insanları öldürmüş gibidir. Kim de bir canı kurtarırsa, bütün insanları
kurtarmış gibidir. Elçilerimiz onlara apaçık delillerle geldiler. Bundan sonra
da onlardan birçoğu yeryüzünde aşırı gittiler” buyurur (Maide süresi ayet
5/32).
Dünyamızın en üstünde olan kurumu Birleşmiş Milletler.
İki yüz kadar milletin temsilcisi orada bir araya
gelirler ve İsrail’in haksız yere Kudüs’ü işgal ettiğini ve haksız yere
insanları öldürdüğünü görüşürlerken çoğunluk İsrail’i cezalandırmayı göze almaz
ama “Kınayalım” derler.
Karar, Güvenlik Konseyi’ne gider ve Amerika’nın bir
tek parmağıyla kınanamaz.
Kararlar, kanunlara uygundur, demokratiktir.
Kur’an-ı Kerim ayetinde “Nefsen” derken, “Dünyada
herhangi bir insanı öldüren, bütün insanlığı öldürmüş gibidir” der.
Sekiz milyardan hiçbirini hatta işgalci İsrail’de
yaşayan ama haksızlığa karşı olanlar da dâhil herkesin kanı korunmalıdır der.
Tek parmak demokrasisinde ise o, tek parmakla tetiğe
basarak her sene üç milyona insanı Ortadoğu’da,
Güney Amerika’da, Asya’da öldürebiliyor ve bu yetkiyi 200 devletin oylarıyla
elde ettiğinden demokrasiye de uygun oluyor.
Çıkış yolu:
Bu boyunduruktan kurtulmak için sağcı-solcu
kavgasından kurtulmak.
Batı değerleriyle devlet yöneten Süleyman Demirel gibi
yöneticilere bakarak İslam hakkında karar vermekten vazgeçmek.
Ortak değerimiz olan İslam’a sımsıkı sarılmak.
Eğitim yoluyla herkese İslam’ın her sahada söylediği
ve gösterdiği değerleri öğretmek.
Yediği yemeği iliğe, kana dönüştürdüğü gibi, İslam’ın
emir ve yasaklarını, teninin her hücresine yerleştirerek, maddeyi manaya
dönüştürmek suretiyle her hücrede Allah
sevgisinin kalp atışlarını sağlamak.