1986 yılında Hava Kuvvetleri’nde çalıştığını söyleyen bir başçavuş, subaylara kitap pazarladığını, yalnız tefsir kitaplarına ağırlık verdiğini ve yüz takımın üstünde Seyyit Kutub merhumun Fi Zılal’il-Kur’an isimli eserini sattığını söylediğinde, yayınevinde müsafirim olarak oturan bir arkadaş, olaylara hep olumsuz tarafından baktığından, “Alınması önemli değil, okuyorlar mı ona bakmak lazım” dediğinde ben de ona, “Evinde bir tefsir kitabı bulunan subayla -hiç okumasa bile- evinde tefsir kitabı bulunmayan bir subayın, bir yerde tefsirler veya İslam dini üzerine konuşulurken bakış açıları aynı olmaz. Evinde bir tefsir kitabı olan subay, o kitabı okumasa bile her gün kütüphanesinde görmesi nedeniyle farkına varmadan İslam’ı savunma durumunda olur” demiştim.
Sahip olduğumuz eşyanın bizim davranışlarımıza etkisi inkâr edilmez.
İşgüzar valinin biri, bir merasim esnasında konuşma yapmak üzere mikrofonun başına geçen memurun kot pantolonla çıkması üzerine konuşma yaptırmadan indirmişti.
O günlerde kot pantolon giyenler memuru, giyilmesine hoş bakmayanlar ise valiyi desteklemişlerdi.
Yalnız giydiğimiz değil, giydiğimiz elbisenin markası bile tavırlarımızı etkiler.
Tatil için gittiğiniz köy veya şehirlerde, görüştüğünüz, tanıştığınız, dost olduğunuz kişiler, siz farkında olmasanız da sizi etkiler.
Onun için tatil veya ticaret için gittiğiniz yurtiçi ve yurtdışı şehirlerde o şehrin en sevilen, sayılan insanlarını ziyaret etmeyi de ihmal etmemeye dikkat edelim.
Onun yanında bir anlık duruş, bizim hayatımızda birçok duruşumuzu etkileyebilir.
Çevremizde yaptığımız güzel hizmetlerle kendimizi sınırlamış olabiliriz.
Gezdiğimiz yerlerde hiç aklımıza gelmeyen hizmet çeşitleri görmek ve duymakla evimize gelince uygulama fırsatımız doğar.
Hani bazı ülkeler, yurtdışına çıkan vatandaşlarından biri, ülkede olmayan bir bitki tohumunu getirirse seyahat masrafını o turiste vermekle teşvikte bulunduğu gibi, biz iyilik çeşitlerini kendi köy veya şehirlerimize getirelim.
Ülkemizin çay ihtiyacını karşılayan Rize ilindeki çayları, Zihni Derin isimli bir ziraat mühendisi 1923 yılında, Batum’dan getirdiği çay tohumlarıyla çay üretimini başlatıverir.
Birçok il ve ilçemizin tarihinde o şehre gelen veya getirilen değerli insanların olumlu etkileri dilden dile anlatılmaya devam etmektedir.
Şehrin birinde ikindi ezanını dinlerken ses, makam ve her şeyin ötesinde yürekten gelen Bilal kokulu ezanı dinledikten sonra müezzini tebrik ettim ve İstanbul’a dönünce tanıdığım bir müftüye şu isimli müezzini al buraya diye rica etmiştim.
Şimdi İstanbul’un en seçkin selâtin camilerinden birinde çok güzel hizmetler vermeye devam ediyor.
45 bin nüfuslu bir şehre konferans vermek için gittiğimde açılışı Kur’an-ı Kerim kıraatiyle başlattılar.
Okuyan hoca efendiyi dinleyince bu şehirde bu kalitede bir hocanın olmaması gerek, düşüncesiyle konferansıma başladım.
Konferanstan sonra müftü efendiye o hocayı sordum.
“Hasekinin kıraat bölümünden mezun olunca tayin edilecekleri zaman kendisine, ‘Bizim ilçenin Kur’an kursunu tercih edersen ev kirasını ve ilave şu kadar ücreti ben ödeyeceğim’ dedim ve getirdim. Hem Kur’an kursunda hocalık yapıyor, hem imamlarımıza kıraat dersleri veriyor” demişti.
Müftülerimiz, bürokrasiye kendinizi boğdurmayınız.
Dairenizdeki tecrübeli bir memurunuz bürokrasiyi takip etsin.
Sizin her dakikanız o şehrin İslami çizgide imarı olsun.
Ankara’daki nüfuzunuzu bu tür işler için kullanınız.
Vaiz olarak atandığım şehrin esnafından olan bir “Lavgar”ı vardı.
Caddenin sohbeti onun dükkânı önünde kaynatılır, kahkaha buharıyla komşular da nasibini alırlardı.
O anlattı bana, “Dinayet (doğrusu Diyanet) İşleri Başkanlığı’na gittim, başkan yardımcısı Hasan Seyithanoğlu’yla görüştüm, ‘Şehrimize âlim, salih, hatip, sesi güzel, kıraati güzel bir vaiz tayin etmesini söyledim’ o da bana, ‘Türkiye’yi gez, böyle birini bul, gel ve ben tayin edeyim’ deyince durakaldım” demişti.
Lavgardı ama şehri için, Ankara’ya kadar gitmiş.
Ben de onun o tarafını takdir ettim.
Boş durmayalım, bir şeyler yapalım.