Beyler
ve hanımlar, bayanlar ve baylar, erkekler ve kadınlar, kalkınız ve bulunduğunuz
yerdeki aynanın karşısına geçip kendinize dikkatle bakınız ve saçınızdan
tırnağınıza kadar sizi siz yapan ve dünyadaki bütün insanlarla iç ve dış
çizgilerinizin hiçbirinin diğer insanlarla örtüşmeyen, mutabık kalmayan
teninizi seyredin ve bu çağa uymayan yerinizi belirleyin.
“İlk
insan nasıl yaratılmışsa, o günden bu güne kadar biz de aynı şekilde
yaratılıyoruz.
Arkeologların
kazılarından bunun böyle olduğunu öğreniyoruz.
Biz,
üç bininci yıla girdik hâlâ Hazreti Adem’in suretinde devam ediyoruz.
Keşke
kulaklarım, fil kulağı gibi olsaydı ve
dizlerime takılsaydı, gözlerim eşek gözü gibi olsaydı, omuzlarımda
olsaydı, kollarım ahtapot kolu gibi olsaydı ve kafamda takılı olsaydı veya nano
teknolojiyle üretilseydim…” diyenimiz yok.
“Biz hâlâ hazreti Adem’in içtiği, iki hidrojen
bir oksijenden meydana gelen suyu içiyoruz. Biz, çağdaş su istiyoruz” diyenimiz
de yok ama bin dört yüz yıllık İslam ahkâmından bilmeden şikâyet ediyoruz.
Kur’an-ı
Kerim’in Allah kelamı olduğunu hepimiz biliyoruz.
Rabbimizin
“Kelam” sıfatının da ezeli ve ebedi olduğunu biliyoruz.
Bu
bilgimiz kafamızın bir rafında durur, ama öbür rafına da bizi bizlikten çıkaranların
koyduğu, “Bin dört yüz yıllık ahkâm” cümlesi ayrı ayrı duruyor.
Bu
ikinci cümleyi konuştuğumuz anda, aslında cahilliğimiz, ağzımızdan bir zehir
dumanı gibi çıkıp ortamı uyuşturuyor.
Kur’an-ı
Kerim 1400 yıllık değildir.
O,
Hazreti Havva anamızın kaşını, gözünü, başını, ayağını yaratan ve bu asırda
bizi de ona benzer yaratan Rabbimizin kelamıdır.
Bazı
proflarımızın, siyasilerimizin, aydınlarımızın, bu, “1400 yıllık ahkâm”
cümlesini kullanırken bir kısmının niyetinin, sonraki müçtehitler olduğunu da
biliyorum ama o zaman, “1200 yıllık ahkâm” demesi gerekirdi.
Bir
kısmı da görüştüğü, konuştuğu, tanıştığı İslam alıp-satan İslamcı arkadaşının,
İslam adına söylediklerini İslam zannetmesinden ve onun da başlangıcının 1400
yıl önce olmasından meydana gelir.
Tabiat
kanunlarını yaratan Allah celle celalühtür.
Kur’an-ı
Kerimi indiren yine Allah celle celalühtür.
Dünyada
yaşayan ve yaşamayan bütün ilim adamları bu dünyamıza ilave bir tabiat konunu
koyamadıkları, tabiat kanunlarını keşfederek insanlığın işini kolaylaştırdıkları
halde bir kısım paragözlerin plastiği yiyecek, içecek ve giyeceklere de
katması, bir kısım insanlar tarafından elli yıl önce tasvip edilmesine rağmen
akla hayale gelmeyen hastalıklar üretince bu çağda bütün ilim adamları
katkısız, tabii, organik olanlara geri dönmeye başladılar.
Kalbimizi,
kalıbımızı, kanımızı, canımızı, tenimizi, kaşımızı gözümüzü yaratan Rabbimizin
binlerce yıl önce yarattığı bu insan şeklinden memnun olduğumuz halde bir kısım
yine paragözler, makam düşkünleri, şehvet tacirleri Allah celle celalühüne
karşı kendi egolarında besleyip büyüttükleri kanunları sunuverdiler ve toplumda
harplerin, hastalıkların, organ tacirlerinin, savaş zenginlerinin, sömürgen
devletlerin, silah tüccarlarının, paralı orduların türemesine sebep oldular.
Birçok
aklı başında insan bu durumdan kurtulmanın yollarını aradıkları bu günlerde
gözler, İslam’a çevrildi ama araştırmacıların önüne siyasette, eğitimde,
ticarette, sanatta öne çıkanların tavırları da onları tatmin etmediği gibi
umutlarına kezzap suyu döktü.
İstanbul’da
birebir tanıdığım insanlar vardır.
Elli
yıl boyunca dişlemediği harman kalmamış,
Derken
birden namaza, oruca başlamış,
Para
sorunu olmadığından hacca gidip gelmiş,
Eski
meşhurluğunu da kullanarak önde durmayı başarmış,
Kur’an
okumasını bilmediği gibi bir tek ilmihal okumamış,
Neden
okumadığı konusunda da kendini ikna etmiş kişiler,
Her
konuda, her mecliste, her meydanda, her ekranda “İslam’a göre…” diye başlayan
tutarsız laf-ü güzaflarını, İslam’a mal ediyor ve onu dinleyen, Müslüman hanım
veya bey, “İslam buysa, ben bunu kabul etmiyorum” deyince hemen onun
kâfirliğini ilan ediyor.
Kur’an
ve sahih sünnetin nasıl anlaşılacağı ve nasıl uygulanacağı, Sevgili
Peygamberimizin örnekliğinde onun arkadaşlarının yaşadığı ve o günden bu güne
kadar milyonlarca ilim adamının uyduğu “Ehl-i sünnet” çizgisinden ayrılmamaya
dikkat edersek,
Kitap
ve Sünneti bilmeyen, bu konuda hayatlarını bu yola koyan müçtehit imamlarımızın
içtihatlarını tanımadan, insanları kendi görüşüne çağıran, “Bana göre”cileri de
kendimizi de İslam’ı ana kaynaklarından öğrenir ve yaşayarak örnek olursak,
İslam’ın
1400 yıllık olmadığını, hava gibi, su gibi, güneş gibi, toprak gibi demeyeyim,
daha ileri bir şekilde bütün insanlık, kendini yaratan ve yaşatanın yönetimine
gönüllü olarak girecektir.
Not:
Makaleme başlarken kadın ve erkeklere hitabın hepsini kullanmamın sebebi, “Sen
bana ‘Bey’ diyemezsin, sen bana ‘Bayan’ diyemezsin” diye baştan itirazla
karşılaşmamak için yazdım.
Halkın
seçtiği 600 milletvekilinin bulunduğu mecliste, meclis başkanıyla bir partinin
sözcüsü arasında, “Bize adam diyemezsiniz, biz adam değiliz” tartışmasından korktuğum
için, herkesin hoşlanabileceği hitapları kullandım.
Benim
görüşüm, yalnız beni bağlar. Eşimi ve çocuklarımı bağlamaz.
AMA
HEPİMİZİ YARATAN VE YAŞATAN RABBİMİZİN TABİAT AYETLERİNE UYDUĞUMUZ ORANDA
SAĞLIĞIMIZI KORUDUĞUMUZ GİBİ, KUR’AN-I KERİM’İN AYETLERİ DE, BÜTÜN İNSANLARIN
İKİ DÜNYASINI GÜZELLEŞTİRİR.