İlkokula gidiyorum. Uzaktan
akrabamız da olan ve benden en az yirmi yaş büyük olan bir ağabeyimiz, yanık
sesiyle bir türkü çığırmaya başladı.
Sözün değerini daha bilmediğimiz
zamanlardı.
Ben, türkünün havasına kaptırmıştım kendimi
ama hemen türküyü ezberlemiştim de.
“Ben havada uçar idim
Al ile tutun beni
Ben bahamı bilir idim
Bir pula sattın beni”
Zaman zaman ben de onun çığırdığı
şekilde söylemeye başladım.
Yaşım biraz ilerleyince anlamını
da merak ettim ve bazı kelimelerde takıldım.
“Al ile tuttun beni” mısraındaki
“Al” kelimesinin manasını bilemedim.
“Al” kelimesi köyümüzde
kullanılır ama kırmızı veya pembe renk için kullanılır.
Nedim, sevgilisini yanaklarının
kızardığını anlatmak için “Ruhsar-ı- al” demiş:
“Haddeden geçmiş nezaket, yalü
bal olmuş sana
Mey süzülmüş şişeden, ruhsar-ı al
olmuş sana” diyor.
Ama Hüseyin Kazım Kadri’nin
hazırladığı “Büyük Türk Lügatı” nda “Al” kelimesinin aynı zamanda mekr, hile,
aldatma, tuzak anlamlarına da geldiğini yazmış ve örnekler vermiş.
Lügatten manasını görünce ben
yine köyüme gittim.
Benden en az yirmi beş veya otuz
yaş büyük olan bir merhum avcı “Keklik avına gideceğim ve al ile keklik
vuracağım” dediğini hatırladım.
Bir gün köyüme gittiğimde “Al ile
kekliği nasıl vurdun” diye sordum.
“Şöyle, bir insanı gizleyecek
büyüklükte beyaz bir bezin üzerin kırmızı, kahverengi, siyah renklerle boyarsın
alaca haline gelir. O bezi önüne turasın, keklik sürüsü uzaktan onu görünce
tuzağa doğru gelir ve kendini renge kaptırdığından silahın atış menziline
girince tetiğe basarsın” demişti.
Seyyit Azıym Şirvani,
“Meni ol meh lika yadına salmaz bilürem
Günde yüz müjde ile alladır
ağyarımı”
Yani, O ay yüzlü sevgilim, beni
yanında tutar yadlara salmaz bilirim ama günde düşmanlarımı aldatmak için
yüzlerce müjdeler sunar” derken “Al” kelimesine “aldatır” manasını vermiş.
Sünbül zade Vehbi:
“Düzgün ile yanağın al eyler
Al ile aşıkın abdal eyler”
Vehbi efendi, birinci mısradaki
“al” kelimesini penbe olarak kullanmış, ikinci mısradakini “Düzgün” adlı penbe
kremi yüze sürerek aşkını kandırır ve abdallaştırır” diyor.
Mehmet Akif merhum da
Safahat’ında emekli apşalardan ve kırkından sonra azanlardan birini tarif
ederken
“Çehre allıklı sabunlarla mücella
her gün
Fes yıkık, kelle çıkık, kaş
yılışık göz süzgün” der.
“Allık” makyajda kullanılan penbe
renkli toz halindeki makyaj amlzemesi. “Al” hem rengi anlatır hem yüzü soluk
olanların, rengi uçuk olanların yanaklarını kanlı, canlı, heyecanlı
gösterdiğinden aynı zamanda “Allık” kelimesindeki “Al” tuzak manasına da gelir.
“Al” kelimesi Arapçada
soyundan/neslinden gelenler anlamına dır.
Al-i Muhammed sallallahü aleyhi
ve sellem, birinci derecede hazreti Ali, hazreti Fatıma, hazreti hasan ve
hazreti Hüseyin’dir.
İkinci derecede Sayyid ve
Şeriflerdir.
Üçüncü derecede İslam dinine iman
eden bütün Müslümanlardır.
Namazlarımızın son oturuşunda
Salli ve Barik dualarını okurken “Al-i
İbrahim ve al-i Muhammed üzerine dua okuruz.
Osman oğullarına “Al-i Osman”
denir.
Bir sihirbazın aynına saf, salak
süsü vererek öğrenci olan Ali Cengiz, sihirbazı mağlup edince “Sen Ali Cengiz’e
değil, Al-i Cengiz’e mağlup oldun” demiş ve kelime oyunuyla derse başlamış
uyanık.
Kırmızı manasına gelen al ve ala
kelimeleriyle üstün, iyi, güzel, yüce manalarına gelen “Ala” kelimesi
alfabemizin yetersizliğinden hep karışır. “âlâ” diye yazanlar var, “A’la” veya
“A’lâ” diye yazanlar var ama söylenişinde çok hatalar yapılır.
Konum bu değil.
Siyasette, sanatta, edebiyatta
“Yanlış anlaşıldım” diyenler, “Ne alakası var” diyenler. “Hiç anlamışsın”
diyenler var da, söylediğinin anlatmak istediğiyle uzaktan yakından alakası
olmadığını itiraf eden hiç yok.
Ayet, Hadis, Fıkh konularında
yazılan kitabları okurken kelimelere verilecek manaları günümüzde yazılan
lügatlara abkarak anlamamız mümkin
değildir.
Sevgili peygamberimiz, Amcası
oğlu Abdullah bin Abbas için:
اللَّهُمَّ فَقِّهْهُ فِي الدِّينِ
“Allah’ım, onu dinde fakih kıl”
(Buhari, Sahih, K. Vudu bab 10)
Ahmed’in Müsned’inde,
Taberani’nin Mucemi kebirinde, Hakim’in Müstedrekinde ise:
اللَّهُمَّ فَقِّهْهُ فِي الدِّينِ
وَعَلِّمْهُ التَّأْوِيلَ
“Allah’ım onu dinde fakih kıl, ve
ona te’vili/tefsiri öğret” diye dua etmiş.
Peki evinizde Abdullah bin
Abbas’a ait bir tefsir var mı?
Genellikle yoktur.
Abdullah (Allah ondan ve
babasından razı olsun) Arapçayı çok iyi biliyordu.
Kur’an-i kerim, Arapça olarak
indirilmişti.
Bu günün Arapçası değil.
Hazreti Ebu Bekir’in, Ebucehilin,
Hazreti Ömer’in, Ebu Leheb’in konuştuğu dil üzerine inmişti.
O gün o kelimeye ne anlam
verildiğini o günkü Ashabı kiramla, iman etmeyen kafirler çok iyi bilirlerdi.
Abdullah ise onların en iyisi idi
Onun için hazreti Ömer, “Abdullah, ne güzel Kur’an tercümanı” demiş. (İni Ebi
Şeybe Musannef, K. Fazil, bab 27 Hadis no 32880, Hakim, Müstedrek Hadis no
6291)
Abdullah’ın tefsir kitabı yok ama
ilk dönem yazılan tefsir kitaplarının hepsinde “Bu konuda Abdullah bin Abbas
şöyle der” diye nakiller verilir.
Zemahşeri’nin “Keşşaf” isimli
tefsirinin değeri ve ölümsüzlüğü, ayetlerde geçen kelimelerin, Kur’an nazil
olmadan önce yaşamış şairlerin şiirlerinde ne anlama geldiğini ortaya koymak
için cahiliyye dönemi şiirlerine ağırlık vermesinden ve de cümle kuruluşlarında
yine onların dil bilgisi kurallarına göre olduğunu ispat etmesindendir.
Yunus Emre’nin şiirlerini bile
yüzeysel anlayışımızla, bir edebiyat hocasının aynı mısraları kelimeler
üzerinde durarak, kelimelerin çağlar boyu yolculuğunda taşıdığı manaları da
açıklayarak anladığı ve anlattığı, bizim anladığımızla yanı değil.
Geçmişin ve geleceğin bilgilerini
sunan, dünya ve ahiret hakkında bilgiler veren, insanlığın iki dünyasının güzel
olması için önce imanının düzgün olması gerektiğine sonra amelinin/eylemlerinin
düzgün olması gerektiğine dikkat çeken Kur’an-i Kerimizin, bu çağa
söyleyeceklerini anlamız için Kur’an’ın indiği günlerde yaşayan Ashabı Kiramın
yorumları bizim için üçüncü derecede yol göstericidir.
Birincisi, Kur’an ayetlerini bir
başka ayetin açıklaması,
İkincisi, Sevgili peygamberimizin
açıklamaları ve uygulamaları,
Üçüncüsü Ashab-ı kiramın anladığı
bizim için olmazsa olmazlarımızdandır.
Dördüncü sırada tabiinden bu güne
kadar gelen değerli alimlerimizin kendi çağlarına göre yorumları da on binlerce
beynin, aklın, gönlün mirasından yararlanmaktır.