Karamanoğlu Mehmetbey
Üniversitesi (KMÜ) Sağlık, Kültür ve Spor Daire Başkanlığı tarafından
Nalıncılar Kültür Evi'nde düzenlenen ve tarihî mekanda farklı bir ahenge
bürünen programda bu hafta ‘Karacaoğlan ile Elif’ isimli hikâyeye yer verildi.
Dr. Öğr. Üyesi Onur Aykaç’ın anlatımı ve müzik öğretmeni Halil Erbay’ın saz
icrasıyla uzun bir aradan sonra yeniden dinleyicileriyle buluşan programa ilgi
yine yoğun oldu.
Dr. Öğr. Üyesi Aykaç, programın
ilk kısmında sözün gücüne dair betimlemelerde bulunarak Yunus Emre’den örnek
mısralarla kelimelerin insan ve toplum hayatındaki rolüne değindi. Ağırlıklı
olarak Toroslar ve civarında geçen ‘Karacoğlan ve Elif’ hikâyesini
dinleyicilere aktaran Dr. Öğr. Üyesi Aykaç şunları söyledi:
“Karacaoğlan’ın asıl adı
Hasan’mış. Bir evin bir oğluymuş Hasan. Daha bir yaşına basmadan anadan öksüz,
beş yaşına varmadan da babadan yetim kalmış. Köylerinden Serdengeçti Osman Ağa
sahip çıkmış Hasan’a. Ona babalık etmiş, büyütmüş. Yaşı on sekize gelince de
köyde kimi kimsesi olmayan dilsiz bir kızla evlendirmek istemiş Hasan’ı. Bizim
Hasan, bu dilsiz kızla evlenmek istememiş. Ama bu düşüncesini çok sert bir adam
olan babalığı Osman Ağa’ya da söyleyememiş. Çareyi köyden kaçmakta bulmuş.
Düğün hazırlıkları yapılırken bir gece köyden kaçmış bizim Hasan.
Sazını eline alıp yollara düşmüş.
Bir gün bir Yörük obasına konuk olmuş. Çalıp söylemiş. Artık adı Hasan değil,
herkesçe Karacaoğlan diye bilinmekteymiş. Oba halkı Karacaoğlan’ı çok sevmiş.
Karacaoğlan da obada kalmış. Günler gelip geçerken Karacaoğlan Obabaşı Boran
Bey’in biricik kızı Elif’e âşık olmuş. Lakin kızın kendisinde gönlü olup
olmadığını ona bir türlü soramamış. Boran Bey deseniz, babalığı Osman Ağa gibi
sert bir adammış; ona da gidip derdini açamamış. Hâsılı derdini içine gömmüş,
yine gizlice obayı terk etmiş bizim Karacaoğlan.
Dağları aşa aşa, günlerden bir
gün Karaman iline gelmiş. Birkaç gün burada konaklamış. Karaman, Yörüklerin göç
güzergâhındadır. Kader bu ya, Boran Bey’in Yörük obası da o günlerde
Karaman’dan geçmektedir. Hem şaşırmış, hem sevinmiş bizim Karacaoğlan. Bir
fırsatını düşürüp Elif’e mektup yazmış; “buluşalım” demiş. İki sevdalı bir
çılgınlık yapıp bir gece gizlice buluşmuşlar. Birbirlerine sevdalarını
söylemişler. İkisi de bu aşkın imkânsızlığının farkındadır. Karacaoğlan
“Kaçalım” demiş; Elif kız hiç ikiletmemiş. O gece karar vermişler. Obadan
kaçacak ve uzak bir yerde yuvalarını kuracaklardır. Öyle de yapmışlar ve birkaç
gün sonra gizlice obadan kaçmışlar.
Uzaklarda, çok uzaklarda bir
obaya, o obanın beyi Tuğrul Bey’e sığınmışlar. Tuğrul Bey ve obalılar, çok iyi
karşılamışlar onları. Hatta Tuğrul Bey, dillere destan bir düğün yaptırarak
onları evlendirmiş. Karacaoğlan obalılara saz çalıyor, Elif de ev işleriyle
uğraşıyor; mutluluk içinde geçinip gidiyorlarmış.
O yörede Köse Veli derler bir
adam varmış. Elif’e tutulup âşık olmuş. Bir gece Karacaoğlan yokken, çadıra
gizlice girivermiş, Elif’e saldırmak istemiş. Elif kız, elbet kendini
korumasını bilmiş; bıçağını çekip Köse Veli’yi çadırından kovmuş. Lakin bir
kere Elif’in çadırına kocası yokken bir erkek girmiş, bağırtıları bütün oba
duymuştur. Duyanlar, olayı bire bin katarak ertesi gün Karacaoğlan’a
anlatmışlar. Karacaoğlan bu olayı öğrenince çok üzülmüş. Derdinden deli olmuş.
Elif’i dinlemek yerine duyduklarına inanmış. “Demek Elif bana ihanet etti ha”
diyerek obadan ayrılmış, yeniden gurbete çıkmış bizim Karacaoğlan.
Gönlü kırık, yıllarca gurbet
ellerde dolaşıp durmuş Karacaoğlan. Yaşı ilerlemiş, sakalı ağarmış. Elif’e
gelince, o da, o günden sonra kara çadırından hiç dışarı çıkmamış. “Er geç
gerçeği öğrenecek, bana dönecek” umuduyla Karacaoğlan’ın yolunu gözlemiş.
Karacaoğlan’dan başkasına yâr olmamış. Günler günleri kovalamış. Bir zamanlar
obanın en güzel gelini olan Elif, artık yaşlanmış; obanın Elif anası olmuş.
Elif ana bir gün çadırın önünde
otururken, oradan geçen bir çerçiye Karacaoğlan’ı görüp görmediğini sormuş.
Çerçi, Karacaoğlan’ı tanımakta ve onun Elif’le hikâyesini bilmektedir. Hemen
Elif Ana'nın yanından ayrılan çerçi, doğruca Karacaoğlan’ın kaldığı obaya
gitmiş. Karacaoğlan, Elif’in adını duyunca geçmişte yaşananları hemen unutuvermiş,
pişman olmuş. Karacaoğlan ile çerçi, derhal Elif Ana'nın obasına koşmuşlar.
Karacaoğlan, obadakilere Elif’ini sormuş. Yaşlılardan biri mezarlığı gösterip
“İşte orada” demiş. Meğer Elif Ana, Karacaoğlan gelmeden saatler önce ölmüş ve
kara toprağa gömülmüştür. Bunu öğrenen Karacaoğlan, doğruca Elif Ana'nın mezarı
başına koşmuş ve acısını dillendiren bir türkü okuyup ardından oracıkta son
nefesini vermiş.
Obalılar, Karacaoğlan’ı Elif’in
yanına gömmüşler. Sazını da Elif’in başındaki dut ağacının dalına asmışlar. Saz
çürümüş, yenisini yapıp asmışlar. Dut ağacı yaşlanmış, yıkılmış; yeni bir dut
fidanı dikmişler. Yüzyıllardır, yel estikçe Karacaoğlan’ın sazı o dut ağacının
dalında kendi kendine ötüp dururmuş.”
Dr. Öğr. Üyesi Aykaç’ın hikâyeyi
anlatımının ardından program müzik öğretmeni Halil Erbay'ın iki farklı
Karacaoğlan türküsünü seslendirmesiyle devam etti. Erbay, ayrıca 25 Eylül 2012
tarihinde vefat eden büyük usta Neşet Ertaş’ın ölüm yıldönümünü hatırlatarak
onu hayırla yâd ettikten sonra, Neşet Ertaş’a ait üç farklı türküyü de
seslendirdi.
“Bir Türkü Bir Hikâye” adlı program, Dr. Öğr. Üyesi Onur Aykaç’ın hikâye anlatımı ve müzik öğretmeni Halil Erbay’ın sazla icrasıyla on beş günde bir salı günleri Nalıncılar Kültür Evi’nde gerçekleştirilmeye devam edecek.