Turan ŞENER
Bu yönüyle birer toplumsal sözleşme hüviyeti taşıyan
anayasaların toplumsal açıdan ele alınması elzemdir. Bu noktada, toplumsal
yönetimin belirli bir süre için yine ilgili toplumdan çıkan gruplara
devredildiği demokratik idarelerde söz konusu grupların temsilcileri olarak
siyasi partilerin yaşamsal rolleri vurgulanmaya değer kıymettedir. Anayasanın
teşekkülüyle toplumsal uzlaşma inşa edildiği bağlamda siyasi partiler de uzlaşı
kültürünün oluşmasını, hatta sistematik hale gelmesini sağlayan yapı taşları
olarak işlev görürler. Toplumun farklı gruplarının temsilcileri olarak siyasi partiler
büyük resimde millet iradesini temel alan bir anlayışla, tam ve kâmil bir
anayasa taslağını ortaya koymakla yükümlüdürler.
Anayasalar,
zaman içerisinde ihtiyaçlara göre değiştirilebilen, güncellenebilen
metinlerdir. Bu yönüyle dinamik sözleşmelerdir veya öyle olmaları birer
yaşamsal gerekliliktir. Nitekim Türk siyasi tarihi incelendiğinde bu başlığın
uzun yıllardır tartışılagelen bir konu olduğu görülmektedir. Yaşamın dinamik
karakterinin doğal bir sonucu olarak görülen değişim ihtiyacı evrensel bir
gerçek mertebesinde hemen her kesim tarafından kabul edilse de sıra anayasa
çalışmalarına geldiğinde süreç siyasi söylem kalabalığında yitip gitmektedir.
Ne yazık ki son altmış yıllık kronolojide belirli dönemlerde yürürlükte olan
anayasaların neredeyse tamamı darbe sonrası demokratik makyajlı referandumların
şaibesi altında, millet iradesinin meşruiyetinden uzak, kaba bir vesayet
anlayışıyla üretilmiş metinlerdir. Oysa Türk devlet geleneğinin gerek seçimler
ve demokrasi gerekse de toplum sözleşmeleri olarak anayasa metinleri noktasında
kayda değer derinlikte bir müktesebatı haizdir. Geçmiş dönemlerde yürütülen
anayasa çalışmaları incelendiğinde genellikle siyasi kutuplaşmadan kaynaklı
çözümsüzlükler görülmektedir. Bu sonuçta ise millet iradesini temsil eden
siyasi partilerin siyasete bakışları, yanı sıra sorumluluk anlayışlarının başı
çektiği izlenmektedir. Teknolojik bir icadın yirmi dört saat dolmadan eskidiği
günümüz koşullarında, özellikle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçişle
birlikte Türkiye’nin yeni anayasaya her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyduğu
artık bir fizik kanunu kadar kesin ve katidir. Ayrıca cumhuriyetimizin
kuruluşunun 100. yılını idrak edeceğimiz bu dönemde millet iradesiyle ve
toplumun bütün kesimlerinin mutabakatıyla inşa edilmiş bir sivil anayasanın,
Türk Milletinin “2023 Lider Ülke Türkiye” hedefinde en önemli yapı taşı olarak
işlev göreceği hatırlanmalıdır.
Milliyetçi
Hareket Partisi, kuruluşundan bugüne Türk milletinin kıvancı ve refahı için
hiçbir sorumluluktan kaçmadan, millet ve devlet bekâsını her türlü siyasi
kazanımın üstünde tutan ve bu çerçevede ilkeli ve dürüst siyaset üreten bir
anlayışı temsil etmektedir. Kutlu bir mirasın yekûnu olan bu çizgi, yeni
anayasa tartışmalarında da kâmilen korunmaktadır. Nitekim Milliyetçi Hareket
Partisi 13. Olağan Büyük Kurultayı’nda Lider Devlet BAHÇELİ’nin önümüzdeki
dönemde izlenecek yol haritası kapsamında beş başlıkta değerlendirdiği
stratejik hedeflerin ikincisinde “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin dokusuna
uygun ve onun doğru yürütülmesini sağlayan; sivil, geniş katılımlı, herkesi
kapsayan, bir anayasa değişikliğinin gerçekleştirilmesi” şeklinde bu çizgi
açıkça ilan edilmiştir.
Milliyetçi
Hareket Partisi, yeni anayasayı toplumsal bir ihtiyaç olarak görmüş, Lider
Devlet BAHÇELİ’nin “gerektiğinde, şartlar elverdiğinde zamanın ruhuyla, milli
ve manevi emanetlerin ufkuyla müsemma bir anayasanın yazılmasının kaçınılmaz
bir görev” vurgusundan da anlaşılacağı üzere sorumlu bir siyaset anlayışıyla
yeni anayasa konusunu siyasi rantı besleyen bir tartışma ve söylemden çıkarıp
üzerinde uzmanların çalıştığı 100 maddelik bir taslak halinde somutlaştırarak
Türk Milletine sunmuştur.
Türk
Milletini merkeze alan bir siyasi sorumlulukla yürütülen bu yeni anayasa
taslağı çalışmasında her şeyin üstünde Türk Milleti’nin varlığı ve onun
hedefleri ortaya konulmuş, “devlet-millet uyumunu kökleştirmesi yegâne öncelik”
olarak görülmüştür. Bu hazırlanan yeni anayasa taslak metninin hemen girişinde
“Allah'ın lütfu, kardeşlik ruhu ve vatan sevgisiyle varlık bulmuş biz Türk
Milleti' ifadesiyle derin tarihsel köklerimiz, bu minvalde kâdim milli
kimliğimiz alenen ve ilânen vurgulanmıştır.
Yürürlükteki
anayasaya toplumun hiçbir kesimi olumlu bakmamaktadır. En nihayetinde bir darbe
anayasası olan ve bir baskı döneminde topluma dayatılan mevcut anayasanın,
Türkiye’nin devlet politikası haline gelmiş “2023 Lider Ülke Türkiye” hedefine
Milletimizi taşıyamayacağı gayet açıktır. Toplumsal düzeyde bu kadar olumsuz
bakılan anayasanın değiştirilmesi ise siyaset kurumunun en temel işi olarak
değerlendirilmelidir.
Siyasi
partilerin taşıdıkları en temel sorumluluk milletin ihtiyaçlarını yerine
getirmek ve milletin geleceğini teminat altına almaktır. Bu konu siyasal
kutuplaşmadan uzak, bütün bir milleti kapsayacak çerçevede düşünülecek olursa
milletin temsilcisi olan siyasi partilerin ivedilikle bu sorunu ortadan
kaldırması gerekmektedir. Lider Devlet BAHÇELİ’nin de ifade ettiği üzere “artık
uzlaşmak ve yeni bir anayasa hazırlamak milli vecibedir.”
Yeni
anayasa tartışmalarında bir diğer durum ise siyasi partilerin faklı zamanlarda
ülke gündemine “yeni ve sivil anayasa” söylemiyle çıkmalarıdır. Sık sık gündeme
getirilen bu konu, bir turnusol kâğıdı işlevinde esasen siyasi partiler için
milletimize olan samimiyetlerinin ölçülebileceği bir sınav, bir vaka örnektir.
Özellikle mevcut anayasada düzenlenen ilk dört maddeye bakış açısı ve siyasi
partilerin alacakları tavır, siyasette izlenen karmaşık ilişkilerin tam olarak
okunması ve ortaya çıkması adına da önemlidir. Milliyetçi Hareket Partisi bu
konuyu 100 maddelik yeni anayasa çalışmasında “Devletin
genel esasları, ilk 5 maddede düzenlenen şekli ve nitelikleri aynen korunarak
1. maddede ele alınmış, maddenin son fıkrasında 'bu madde değiştirilemez ve
değiştirilmesi teklif edilemez' şeklinde ortaya koymuştur. Artık sıra sürekli
yeni anayasa, sivil anayasa söylemiyle naylon gündem peşinde koşan siyasi
partilerdedir.
Mevcut
anayasa 19 kez değişikliğe uğramış, bu haliyle pek çok yönüyle tartışılmaya
teşne bir hal almıştır. Bu durumda mevcut anayasa bağlamında en temel sorunun
“sistem sorunu” olduğu belirmektedir. Çok farklı tarihlerde ve çok farklı
saiklerle yapılan değişiklikler anayasanın ruhunu ve sistemini ortadan
kaldırmış, hatta tabir-i caizse tadilatla yapının köhneliği, çürümüşlüğü
kapatılamaz raddeye gelmiştir.
Yine
dünyada yeni “hak akımları/hak kategorileri” oluşmuştur. Örneğin su hakkı, gıda
hakkı, kültürel ve doğal varlıkların korunması kent hakkı gibi yeni haklar
ortaya çıkmıştır ve bu haklar mevcut anayasada düzenlenmemiştir.
Bir
diğer tartışma konusu da Türkiye’de kronik hale gelen ve mevcut durumda önemli
görülen tartışma konularının anayasada düzenlenmemiş olmasıdır. Bu konular
anayasanın içinde netleştirilebilir. Örneğin yerel yönetimler, yerel
yönetimlerin merkezi idare ile ilişkileri, zaruri durumlarda yapılan atamalar,
üniversiteler, üniversitelerin içinde yer alan hukuk, tıp, eğitim gibi temel
alanların diğer ülkelerde olduğu gibi anayasa ile düzenlenmesi ilk bakışta
zikredilebilecek başlıklardır. Ancak bunun yanında mevcut anayasada düzenlenen
pek çok ayrıntı konunun da anayasadan çıkarılıp, bir çerçeve çizecek öz hale
getirilerek sadeleştirilmesi sağlanabilir.
Özellikle
anayasanın en sık tartışıldığı konuların başında gelen Anayasa Mahkemesi ve
yargı kurumlarının yeni anayasayla düzenlenmesi mevcut gündemden de
anlaşılacağı üzere oldukça önemlidir. Anayasa Mahkemesi bir kanunun anayasaya
neden aykırı olduğunu tespit ederken somut olarak hangi kriterleri kullanacağı
ilkesi de anayasada mutlaka ve muhakkak belirlenmelidir.
Anayasa
Mahkemesinde de oldukça yoğun bir şekilde görülen, siyasetin alanına gereksiz
ve keyfi müdahale olarak tanımlanabilecek müphem koşullar ortadan kaldırılarak
gerekli değişiklikler yapılmalıdır. Diğer bir ifadeyle, siyaset ve hukukun
alanı birbirinden net bir şekilde ayrılmalıdır. Esasen bir yargısal vesayet
olarak da nitelendirilebilecek uygulamalar ivedilikle ortadan kaldırılmalıdır.
Yukarıdaki
örnekler çoğaltılabilir. Ancak sayılabilecek pek çok konudan öte vurgulanmayı
hak eden güncel gerçeklik şudur ki Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile
birlikle yeni anayasa artık kaçılmaz, kaçınılmaz, ertelenmez ve elzem bir hal
almıştır. Çünkü mevcut anayasa parlamenter sistemi dikkate alarak
düzenlenmiştir. 1982 ve öncesi tarihsel kronolojide parlamenter sistem
öngörülmüştür. Ancak 2017 Anayasa değişikliği ile gerçekleşen Cumhurbaşkanlığı
Hükümet Sistemine geçiş ile birlikte yeni tanımlar ve yeni ilkeler ortaya
çıkmıştır. Örneğin kuvvetler ayrılığı ilkesine bağlı olarak yasama ile yürütme
arasındaki ilişkilerde görülen belirsizlikler veya ileri sürülen tartışmalar
anayasal platformda açıklığa kavuşturulmaya muhtaçtır. Özellikle meclis ile
cumhurbaşkanlığı arasındaki denge ve denetim problemleri, meclis fonksiyonları
ve bunların arttırılması, cumhurbaşkanının düzenleme yapabileceği alanların net
bir şekilde ortaya konulması, cumhurbaşkanlığı idaresinin teşkilatlanmasındaki
ilkelerin belirlenmesi (cumhurbaşkanlığı idaresi kanunla mı düzenlenir
cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle mi düzenlenir?) gibi konular yeni anayasayı
kaçınılmaz kılmaktadır.